Sosyoloji,
insanın toplum yaşamının ve toplumların bilimsel incelemesidir. Sosyolojik
araştırmalar, sokakta karşılaşan farklı bireyler arasındaki ilişkilerden küresel sosyal işleyişlere kadar geniş bir alana yayılmıştır. Ve bu araştırmaları yapmak için sosyolojik bakış açısı gereklidir.
Sosyolojik bakış açısı olaylara daha geniş bir
açıyla bakmayı ifade eder. Bunun için de sosyolojik
imgeleme ihtiyaç duyarız. Charles Wright Mills'in bu sözüne göre
sosyolojik imgelem, insanı gündelik hayatın sıradanlığından kurtarır. Böylece
olaylara daha geniş açıdan bakarak olayları daha iyi yorumlarız.
Kuramlar ve
Kuramsal Yaklaşımlar
Karmaşık olayları daha iyi yorumlayabilmek
için (olguların yalnızca nasıl ortaya çıktıklarını değil, neden ortaya
çıktıklarını da bilmek için) kuramlara ihtiyaç duyarız.
İlk Kuramcılar
Sosyolojinin kökenini
doğuran, Avrupa'da 1789 Fransız Devrimi ile Sanayi Devrimi'nin yarattığı altüst
edici değişmeler oldu. Bu sırada da dünyayı anlamak için
din değil bilim kullanılmaya başlandı.
Auguste Comte
Comte'a kadar sosyolojik düşünceye katkıda
bulunana pek çok kişi vardı. Ancak sosyoloji terimini ilk kez Comte
kullanmıştır. Bu bakımdan sosyolojinin kurucusu sayılır.
Comte ilk başta diğer bilim adamları gibi
"toplumsal fizik" terimini kullanıyordu. Ancak kendi görüşlerini
diğerlerinden ayırmak için sosyoloji terimini ortaya çıkardı.
Comte, tıpkı doğa
biliminin fiziksel dünyanın işleyişini açıklamasına benzer biçimde, toplumsal
dünyanın yasalarını açıklayacak bir bilim oluşturmaya çalışıyordu. Her bir
disiplinin kendi inceleme alanı olduğunun farkındaydı ancak, bütün bu
disiplinlerin ortak bir mantıkla evrensel yasaları açıklayacağını düşünüyordu.
Tıpkı doğal dünyanın yasalarının açıklanmasının, bize etrafımızdaki olayları
kontrol etme gücünü vermesi gibi, toplumsal dünyanın yasalarını anlamanın da
bizi kendi kaderimize yön verme olanağı vereceğini düşünüyordu. Comte'a göre
toplum, doğal dünyada olduğu gibi değişmez yasalara boyun eğiyordu. Pozitivist
yaklaşıma sahip Comte'a göre toplum hakkındaki bilgiye de gözlem ve deney
yoluyla ulaşılmalıydı.
Comte, üç
aşama kanunu belirlemişti.
- Teolojik Aşama: Bu dönemde temel düşünceler, doğadaki ve toplumdaki tüm olaylar doğaüstü güçler tarafından idare edilir. Doğa ve toplum Tanrı tarafından meydana getirilmiştir ve yönetilmektedir. Bu aşamada doğaya, insana, topluma dair var olan bilgiler ilahi özellik taşıdıkları için sorgulanmadan kabul edilmektedir. Bu aşama Rönesans'a kadar sürmüştür.
- Metafizik Aşama: Galileo, Newton, Copernicus gibi bilim adamlarının çabalarıyla oluşan bu dönemde belirgin olan, toplumsal ve doğayla ilgili olguların birtakım soyut güçler ile açıklanmasıdır.
- Pozitif Aşama: Fransız Devrimi'nden itibaren bilimsel düşüncenin hakim olduğu pozitif aşamaya ulaşılmıştır. Bu dönemde insanlar doğadaki ve toplumsal yaşamdaki olguları açıklayabilmek için somut gözlenebilir olguları incelemeye yönelmişlerdir.
Émile Durkheim
Durkheim'ın Sosyolojiye olan katkısı
Comte'unkinden daha kalıcı olmuştur.
Durkheim'a göre toplumsal olaylar bireylerle
değil, bireyleri etkileyen toplumsal olaylarla (din, ekonomik düzen, hukuk,
siyaset…) açıklanabilirdi. Toplumsal olaylar, bireye bağlı ve bireyle başlayıp
biten bir süreç değildir. Aksine,
toplumsal olay, bireyi aşkındır; birey ona katılır. Ve tüm bireyler kaçınılmaz
olarak toplumsal olaylara katılır.
Durkheim aynı zamanda toplumların kendi
yaşamları olduğunu düşünüyordu. Toplum, bireylerin kişisel çıkarlarından daha
fazlasıydı. Zaten toplum, bireyler üzerinde zorlayıcı bir güce sahipti.
Durkheim toplumsal olguları incelerken
önyargıları ve ideolojileri terk etmek gerektiğini söylemiştir. Çünkü bilimsel
tutum, duyuların bilgisine açık olmakla birlikte önceden edinilmiş fikirlerden
bağımsız bir zihin gerektiriyordu.
Durkheim, yaşamı boyunca birtakım toplumsal
değişmeleri gözlemişti-aynı zamanda bu değişimlere maruz kaldı. Bu gözlemi
sırasında da toplumu bir arada tutan şeyleri ve toplumun kaosa düşmesini
engelleyen şeylerin ne olduğunu araştırdı. Sonunda, bunun dayanışma olduğu
fikrine vardı.
Durkheim'a göre düşük dayanışma düzeyine sahip
olan geleneksel kültürler mekanik dayanışma
idi. Bu kültürlerde toplumun üyeleri, hem benzer meslekler, hem de birden fazla
meslek yapıyordu. Bu bakımdan kimse kimse muhtaç değildi. Herkes kendine
yetiyordu. Bu toplumları bir arada tutan mekanik dayanışma ise inanç birliği ve
ortak yaşantıya dayanıyordu. Bu kültürler baskıcı nitelikteydi ve bireyi
kısıtlıyordu. Fakat Sanayi Devrimi sonrasında organik
dayanışma ortaya çıktı. Artık toplumun üyeleri kendi alanlarında
uzmanlaşıyordu. Böylece herkes bir diğerine ekonomik bakımdan muhtaç hale
geliyordu. Bu toplumlarda ise inanç birliği ve ortak yaşantı olmasa bile
dayanışma, ekonomik sebeplerden dolayı devam ediyordu.
Durkheim, modern dünyanın çok hızlı
değiştiğini, bu yüzden de insanları bir arada tutan geleneklerin, din ve inanç
birliğinin, ortak yaşayışın yıkıcı bir etkiyle karşılaştığını söyler. Bu etki
sonrasında toplumda anomi ortaya
çıkabiliyordu.
Durkheim'ın dikkat çektiği bir diğer nokta da
anominin görüldüğü toplumlarda intihar oranının yükseldiği, görülmediği
toplumlarda ise daha az olduğudur. Bu da göstermiştir ki intihar salt kişisel
bir olgu değildir; arkasında toplumsal etkiler de vardır.
Karl Marx
Marx,
Auguste Comte ve Émile Durkheim'a
pek çok konuda karşı çıkmıştır. Fakat o da diğerleri gibi, Sanayi Devrimi'yle
ortaya çıkan gelişmeleri açıklamaya çalışmıştır. Marx'ın o dönemde endüstriyel
üretimin yarattığı eşitsizliğin hızla artışına tanıklık etmesi, Marx'ı iktisada
ve sosyolojiye yakınlaştırdı. Yaptığı çalışmalarda da pek çok şeyin temelinde
ekonomik unsurların bulunduğunu anlatır.
Marx, tarihin pek çok dönemiyle ilgilense de
en çok Sanayi Devrimi sonrası ortaya çıkan modern dönemin üzerinde durmuştur.
Ona göre en önemli değişimler kapitalizm ile ortaya çıkmıştı.
Kapitalizmin iki ana bileşeni vardı: Sermaye ve ücretli
emek. İlki, üretim araçlarına sahip olmayı, ikincisi ise yaşamını
sürdürmek için sermaye sahiplerinin sunduğu işlerde çalışmak zorunda olmayı
ifade ediyordu. Sermaye sahipleri(kapitalistler)
azınlık ama egemen bir sınıfı, ücretli emek sahipleri(işçiler) ise çoğunluk ama alt bir sınıfı oluşturuyordu.
Sanayileşme arttıkça, kendi kendisini geçindiren köylüler büyük şehirlere
göçüyor ve proletarya sınıfına
katılıyordu.
Marx'a göre kapitalizm, özünde sınıf
ilişkisine dayanıyordu. Kapitalistler ve proletarya karşılıklı olarak birbirine
bağlı olsa da -kapitalist emeğe, işçi de ücrete gereksinim duyar- bu bağımlılık
daha çok emek sömürüsü olarak
şekilleniyordu. İşçilerin kendi emekleri üzerinde kontrolü çok azdı veya hiç
yoktu. Kapitalistler ise işçilerin ürettiklerinin büyük kısmını alarak emek
harcamadan zenginleşiyordu. Marx, ekonomik kaynaklar üzerindeki sınıf
çatışmasının zaman geçtikçe şiddetleneceğine inanıyordu.
Tarihsel
Materyalizm
Marx'a göre toplumsal değişimlerin ana kaynağı
ekonomi idi. Tarih, toplumsal sınıflar arasındaki çatışmalar ile oluşuyordu.
MAX WEBER
Zamanın diğer düşünürleri gibi Weber de
toplumsal değişmelerin doğasını anlamaya çalışmıştır. Weber, tarihsel
materyalizme karşı çıkmıştır. Ayrıca, toplumsal değişmelerde sadece ekonomi
(altyapı) önemli değil, aynı zamanda inançlar da çok önemlidir, demiştir.
Weber'e göre bireyler özgür eyleme ve geleceği
biçimlendirme gücüne sahipti.
Weber, Uzak Doğu dinlerini incelemiş ve
Hristiyanlıkla karşılaştırmıştır. Ona göre Hristiyanlık, kapitalizmin ortaya
çıkmasını büyük ölçüde etkilemişti.
bune :(
YanıtlaSilMerhaba,Modern siyasal kuramlar dersi için acil yardıma ihtiyacımız var.Mümkünse eğer ki.
YanıtlaSil