DEMOKRASİYİ
TANIMLAMAK
Demokrasi kelimesi Antik Yunan'da ortaya
çıkmıştır; 'demos' kelimesi halk, 'krasi' de yönetim anlamına geliyordu. Yani
halkın yönetimi. Fakat bu kavrama çeşitli anlamlar da yüklenmiştir:
- Fakirler, avantajsız olanlar
- Profesyonel siyasetçilere ihtiyaç duyulmaksızın, halkın kendi kendisini doğrudan yönetmesi,
- Çoğunluk yönetimine dayanma
- Çoğunluğun, azıkların haklarını koruyarak iktidarı kontrol etmesi
- Sosyal eşitsizlikleri azaltmayı amaçlayan refah sistemi
A) Halk
kimlerden oluşur?
Demokrasinin temel özelliklerinden biri siyasî eşitliktir. Yani yönetime herkesin
katılması gerekir. Ama uygulamada böyle olmaz, siyasî katılıma sınırlama
getirilir. Örneğin Antik Yunan'da siyasete yalnızca +20 yaşındaki özgür Yunan
erkekleri katılabiliyordu. Birleşik Krallık'ta 1928 yılına kadar, İsviçre'de
1971'e kadar kadınların seçme hakkı yoktu. 1960'lara kadar ABD'de
Afroamerikanların oy hakkı yoktu. Ve bugün hâlâ mahkumların oy hakkı yoktur.
Halk kelimesi tüm toplumu kapsa da siyasette yalnızca seçmen olarak anlaşılır.
Aristo ve Plato, demokrasiyi "Bilgelik ve
kölelik pahasına kitlelerin yönetimi" olarak görüyordu.
B) Halk
nasıl yönetilmelidir?
Doğrudan
Demokrasi: Vatandaşların siyasal karar alma sürecine doğrudan, aracısız ve devamlı katılımını ifade eder. Böylelikle yöneten ve yönetilen ile devlet ve sivil toplum ayrımlarını
ortadan kaldırmaktadır.
Antik Yunan'da kitle toplantıları şeklinde
siyasete yansımıştır. Günümüzde ise referandum ve kitle gösterileri olarak ortaya çıkar. Avantajları
şunlardır:
- Demokrasinin en saf şekli olarak, vatandaşların kendi kaderlerini tayin hakkını güçlü bir biçimde destekler.
- Daha bilgili ve siyasal açıdan daha öngörülü vatandaşların yetişmesine yardım eder.
- Kamuya, politikacılara ihtiyaç duymaksızın kendi görüş ve menfaatlerini ifade etme imkanını sağlar.
- Vatandaşlar kendi verdikleri kararları daha kolay kabul ettikleri için yönetimin meşruluğu üzerinde bir tartışma yaşanmaz.
Temsilî Demokrasi:
Demokrasinin sınırlı ve dolaylı şeklidir. Halkın siyasete katılımı birkaç yılda
bir oy kullanmaktan ibarettir. Ve halk yalnızca kendisini yönetecek olanı
seçer. Bu ilişki yalnızca seçmen ile yönetici arasında güvenilir bir bağ varsa
demokratiktir. Avantajları şunlardır:
- Sıradan vatandaşları her gün siyasete katılma yükünden kurtarır.
- Demokrasinin daha uygulanabilir bir şeklidir; kalabalık toplumlar için idealdir.
- İktidarın daha eğitimli, bilge kişilerin elinde olmasına olanak tanır.
- Vatandaşları siyasete mesafeli tutarak onları uzlaşmaya teşvik eder.
C) Halk
yönetiminin sınırları nedir?
Hangi konularda halk karar vermelidir, hangi
konular bireylere bırakılmalıdır? Bu soru bizi siyasetteki kamusal-özel alan
ayrıma götürür. Buna göre:
-Liberal anlayışla oluşturulan demokrasi
modellerinde demokrasi sadece siyasal alanla kısıtlanır. Demokrasinin amacı da
bireylerin kendi özel çıkarlarını izleyebilecekleri bir ortam oluşturmaktır.
Dolayısıyla demokrasi, sadece özel durumlarda toplulukları ilgilendirir. Bunun
dışında birey özgürlüğüne zarar verebilir. Bu yüzden liberaller doğrudan
demokrasiyi reddetme eğilimde olmuşlardır.
-Sosyalistler ise radikal demokrasi kavramını oluşturmuştur. Bu anlayışta insanların
kendilerini etkileyen her türlü karara katılma hakkına sahip oldukları kabul
edilir. Demokrasi de bunu sağlamaya yarayan bir araçtır. Bu yaklaşım işçilerin
çalışma koşullarının iyileştirilmesi gibi sosyalist taleplerde ortaya çıkar. Bu
yüzden sosyalistler, endüstriyel demokrasiyi isterler.
DEMOKRASİ
MODELLERİ
A) Klâsik Demokrasi
Klâsik demokrasi modeli Antik Yunan'da ortaya
çıkmıştır. Bu model halkın yönetime katılmasının tek ideal yöntemi olarak
tasvir edilir. Ama Antik Yunan'da uygulanan bu demokrasi biçmi tamamen doğrudan
yönetme şeklinde değildi; kitle toplantısı yoluyla yönetim anlamına geliyordu.
Fakat bu kitle yalnızca 20 yaş üzeri özgür Yunan erkeklerine açıktı. Kadınlar,
köleler ve yabancı uyrukluların siyasî hakkı yoktu. Pek çok karar vatandaşların
üyesi olduğu Eklesya Meclisi tarafından alınıyordu. Bu meclis yılda en az 40
kere toplanırdı.
Platon bu modeli, halkın kendini yönetmek için
yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olmadığını söyleyerek eleştirmiştir. Ona göre
siyasî eşitlik olmamalıydı. Devleti filozof krallar yönetmeliydi.
Klâsik model Antik Yunan'dan sonra New
England'da uygulanmıştır. Kasaba halkı da bir araya gelip ne yapılacağına karar
veriyordu. Bugün ise İsviçre'deki kantonlarda uygulanmaktadır denilebilir.
B)
Koruyucu Demokrasi
17. ve 18. Yüzyıl'da demokrasi Avrupa'da
yeniden ortaya çıktı. Bu çağlardaki anlayış halkın siyasete katılması şeklinde
değil vatandaşların kendilerini hükümetin istismarından koruyabildikleri bir
mekanizma şeklindeydi. Bu yaklaşım erken dönem liberalleri tarafından
savunuldu.
John Lock'a göre oy verme hakkı mülkiyet
hakkına dayanıyordu. Buna göre eğer hükümet vergi toplama hakkına sahip ise
vatandaşlar da vergi toplama işini denetleyecek bir meclis oluşturma hakkına
sahipti. Fakat bu anlayışta herkesin oy hakkı yoktu. Çünkü yalnızca mülk
sahiplerinin, hükümet tarafından istismar edilme olasılığı vardı.
James Mill ve Jeremy Bentham ise
bütün bireyler haz alıp acıdan kaçtığı için evrensel oy hakkının 'en büyük
sayıdaki insan için en çok mutluluk'u sağlamanın tek yolu olduğunu düşünüyordu
C) Gelişmeci
Demokrasi
Jean Jacques Rousseau tarafından geliştirilen bu düşünceye göre vatandaşlar ancak
içinde yaşadıkları toplumun şekillendirilmesine doğrudan ve sürekli katılmaları
halinde özgürdürler. Burada daha radikal bir demokrasiden söz edilebilir.
"Hiçbir
vatandaş diğerini satın alacak kadar zengin olamamalı, kendisini satmaya
zorlanacak kadar da fakir olmamalı."
Bu modelin ılımlı versiyonunu John Stuart mill üretmiştir. Ona göre ise bireyler
siyasete katıldıkça vizyonlarını geliştirir. Hatta oy vermek gibi küçük bir
eylem bile insanı geliştirir. Bu yüzden kadınlar ve okuma-yazma bilmeyenler oy
verebilmelidir, der.
D) Halk
Demokrasisi
Bu kavram Sovyet tipi ortodoks marxistlerce
ortaya çıkarılmıştır. Marxistler, parlamenter-liberal demokrasiyi burjuva
demokrasisi olarak görmüşlerdir. Buna göre halk yalnızca siyasî olarak eşit
değil aynı zamanda üretim araçlarına da eşit olarak sahipti.
DEMOKRASİYE FARKLI YAKLAŞIMLAR
A) Plüralist Yaklaşım
Bu yaklaşım çeşitliliğin
iyi olduğunu çünkü bireylerin özgürlüğünü koruyup, tartışmaya ve anlamaya
yardımcı oluğunu savunur. Ayrıca çoğunluğun verdiği karar
ancak azınlıkların özgürlüklerinin korunduğu ölçüde meşru sayılır. Çünkü
çoğunluğun kararı geçerli sayılırken o çoğunluğun seçim yaparken birçok farklı
görüşü değerlendirdiği varsayılır.
James Madison tarafından geliştirilmiştir. Ona göre denetlenmeyen bir demokrasi
çoğunlukçuluğa giderdi. Bu yüzden kuvvetler ayrılığını, çoklu meclis yapısını
ve federalizmi öneriyordu (modisoncu demokrasi). Böylelikle iktidarın
dağıtıldığı bir devlet yapısı ortaya çıkıyordu. Ayrıca liderler, hesaba
çekilebilirdi. Ona göre toplumda gruplar olmalı ve bu grupların siyasî temsilî olmalıydı.
ABD'deki çoğulcu yapıda imtiyazlı kişilerin
iktidara etkisi, sıradan vatandaşlardan daha fazlaydı. Aynı zamanda hiç kimse,
iktidara anti-demokratik yollarla sahip olacak güçte değildi.
Demokrasinin
gelişim sürecinde, çoğunluğun devlet yönetimindeki
kararlarının mutlak olması, azınlık haklarını kısıtlayabileceği kaygısı çoğulcu
demokrasiyi ortaya çıkarmıştır. Azınlıkta veya muhalefette
olanların korunması, düşüncelerin serbestçe hiçbir baskıyla karşılaşmadan
söylenebilmesi çoğulcu demokrasi için şarttır. Çoğulcu teoride otoritenin dağıtılması devletin aceleyle ve
düşünmeden hareket etmesini engeller, aynı zamanda önemli güç merkezlerinin
uyuşmaması durumunda da herhangi bir adımın atılmasını önler.
Charles Lindblom da bu anlayışta 'poliarşi' kavramını üretmiştir. Buna göre seçim
zamanı partiler arası rekabet, fikir özgürlüğü, yönetenler ile yönetilenler
arasındaki güven bağı gibi özelliklerher ne kadar halkın doğrudan kendi kendini
yönetmesi idealinden uzak olsa da halk tarafından hesaba çekilebilir olduğu
için demokratiktir.
- Bireysel haklar güvence altına alınmaktan çıkar
B) Elitist
Yaklaşım
Elitizm, demokrasi ve sosyalizmin bir
eleştirisi olarak ortaya çıkmıştır. Vilfredo Pareto,
Gaetano Mosca, Robert Michels gibi elitistlere göre
demokrasi, aldanıştı. Çünkü siyasî güç her zaman ayrıcalıklı bir sınıfın
elindeydi. Bu klâsik anlayışa göre elit yönetimler kaçınılmazdı. (Klâsik
elitizm, ampirik olma iddiasındadır; bir reçete
sunmaktan ziyade bir olguyu tespit iddiasıyla elit yönetiminin toplumsal
hayatın kaçınılmaz ve değiştirilemez bir gerçeği olduğunu ileri sürer.)
Örneğin Gaetano Mosca, tüm toplumlarda yöneten ve yönetilen olmak üzere iki sınıf mevcuttu.
Vilfredo Pareto'ya göre ise toplum
iki tipolojiden oluşurdu: tilkiler, kurnazlıkla toplumun rızasını manipüle eder; aslanlar, zor kullanarak yönetirler. Robert Michels'e göre ise tüm
toplumlarda iktidar, elit bir grubun elindeydi. Bu durum Oligarşinin Demir
Kanunu olarak adlandırılır.
Charles Wright Mills, ABD'deki liberal
demokrasinin aslında bir göz boyamadan ibaret olduğunu söyler. Çünkü iktidar
Kongre, iş adamları ve ordunun üçlü kontrolünün -Triumvira- üzerindedir. Küçük
işletmeler, örgütlü işgücü, tüketici lobileri siyasete ancak marjinal bir
düzeyde etki edebilmektedir.
Seçmenler, hangi elit tarafından
yönetileceklerine demokrasi ile karar verebilirler ancak iktidar sonuçta yine
bir elitin elinde olur. Bu rekabetçi elitizm modeli Anthony
Downs tarafından geliştirilmiştir. O, açık ve rekabetçi
seçimlerin, demokrasiyi garantilediğini iddia etmiştir. Bu modele göre karar
verme işlevi, toplumun en bilge, en hünerli kişilerine bırakılırsa avantajlı
bir durum olurdu. Fakat bu modelde halk, siyasete ilgisiz olmaya başlayıp
umursamamazlık ve yabancılaşmaya uğrayabilirdi. Bu bakımdan doğrudan
demokrasiyle uyuşmaz.
C) Korporatist
Yaklaşım
Korporatizm, İtalya Krallığı'nın son
dönemlerine, faşizmin iktidarda olduğu zamanlarda ortaya çıkmıştır. Faşizme
göre milleti millî birlik önemliydi. Bu anlayış da korporatizmin, toplumu
organizmacı bir gözle görmenin bir sonucu olarak her
kesimin tüm faaliyetlerinin amacını dayanışma ve ortak çıkara indirgeyen bir
yaklaşım olması özelliğiyle örtüşür. Farklı kesimlerin
farklılıkları ancak ortak çıkar ya da devletin faydası ekseninde okunduğu
müddetçe yaşayabilir. Korporatif ekonomi ile İtalya Krallığı'ndaki işsizlik
azalmış ve milli gelir yükselmiştir. Korporatist eğilimler 1945'lerden sonra
İskandinav ülkelerinde artış göstermiştir.
Korporatizmde iktidarı kontrol eden kesimler
zengin sınıflar olurken fakirlerin düşünceleri siyasete yansımaz. Siyasî
kararlar da iktisadî gruplar arasında alınır.
D) Yeni Sağ
Yaklaşımı
Yeni sağcılara göre ekonominin en iyi şekilde
işlemesi, hükümet ekonomiye müdahale etmediği zaman mümkündü. Bu yüzde serbest
piyasa savunulur. Korporatizm ise, iktisadî grupların devletten gereksiz
paralar (Örn. Yardım ödenekleri, kamu yatırımları…) almalarına sebep
olabilirdi. Bu sayede güçlü çıkar grupları iktidara egemen olabilirdi. Bu da
kaçınılmaz olarak devlet müdahalesine yol açacaktı. Devlet müdahalesi ise
ekonomik durgunluğu getirecekti.
Yeni sağcılara göre seçim siyaseti,
siyasetçilerin seçmene gerçekçi olmayan vaatlerde bulunmasına sebep olacaktı.
Bu da devlete mâlî yük getirecekti.
E) Marksist
Yaklaşım
Liberal demokrasinin ürettiği siyasal eşitlik
ile kapitalist sistemin ürettiği sosyal eşitsizlik arasında çelişki vardır.
Yorumlar
Yorum Gönder