Ana içeriğe atla

İdeolojiler | Liberalizm, muhafazakârlık, sosyalizm, marksizm




İdeoloji, en ihtilâflı kavramlardan biridir. Bugün ideoloji kavramı bir tanım olup geçmişte olumsuz bir anlam taşımaktaydı. Bu kavram ilk olarak Destutt de Tracy tarafından kullanıldı. Tracy için bu kavram, bilimsel bir disiplindir. Doğru ile yanlışı, hurafe ile bilimsel olanı ayırmaya dönük bir fikirler bilimidir ideoloji. Tracy'nin amacı ideolojiyi, biyoloji veya zooloji gibi bilimlerle aynı statüye eriştirmekti.

 İdeoloji kavramına Tracy'den sonra Marx tarafından yeni bir anlam yüklendi. Marx'a göre ideoloji, yöneten sınıfın sömürmesine yardımcı olan fikirlerdi. Bu fikirlerin özelliği, alt sınıfları yanıltabilmesiydi. (Alt sınıflar yanıldığı zaman da sistem devam ediyordu.)

 İdeoloji kavramına alternatif açıklamalar liberaller ve muhafazakârlar tarafından da getirildi. İki dünya savaşı arası dönemde ortaya totaliter rejimlerin çıkması, Karl Popper, Jacob Talmon, Hannah Arendt gibi yazarları, ideolojiyi boyun eğmeye yarayan sosyal denetim aygıtı gibi algılamaya yöneltti. Onlara göre ideolojilerde özgür tartışma, eleştiri, hoşgörü yoktu.

 Muhafazakâr bir düşünür olan Michael Oakshott da ideoloji kavramını rasyonalizme karşı şüpheci bir tavır alarak el almıştır. Ona göre siyasî faaliyette insan, sonsuz ve dipsiz bir denize yelken açmıştır. Bu yaklaşım ideolojileri açıkça kavranamaz olanı açıklama iddiasıyla siyasî gerçekliği çarpıtan fikirler bütünü olarak görür. Bu bakımdan muhafazakârlar kendilerini bir ideolojiye bağlı görmez; muhafazakârlığı bir eğilim olarak görürler.

 İdeolojinin bugünkü kullanımında ise olumsuz bir anlam yoktur. İdeoloji, mevcut iktidarı korumayı, değiştirmeyi veya yıkmayı amaçlayan, organize bir siyasî eylem için temel teşkil eden bütünüdür. Bu bakımdan tüm siyasî geleneklere uygulanabilecek bir tanım olarak nötr bir tanımı yapılır.

Bütün ideolojiler;
  1. Mevcut düzene ilişkin değerlendirme sunarlar.
  2. İyi bir toplum vizyonu çerçevesinde arzulanan bir gelecek vadederler.
  3. Siyasî değişim nasıl olacağı hakkında bir çerçeve çizerler.
  4. Kendisini muhafaza etmeye dayanır.

 İdeolojiler;
  • Siyasal düşünce olarak
  • İnanç ve normlar olarak
  • Dil, sembol ve mitler olarak
  • Seçkin gücü olarak

sınıflandırılabilir.

LİBERALİZM

 Liberalizm, bir meta-ideolojidir. Zira bu, Batı'nın feodal dönemden çıkıp sanayileşmiş toplumlarında çeşitli değer ve inançları kucaklayan bile yaklaşımdır.


 Liberalizmin Unsurları

  • Bireycilik: Toplumu bireyler oluşturur. Bu yüzden birey, toplumdan daha önemlidir. Bireylerin tercihleri ‘‘kamu yararı’’ denen soyut şeye kurban edilemez. Bu ilkenin hedefinde içinde bireylerin gelişebileceği, her bireyin yeteneği ölçüsünde yapabileceğinin en iyisini yapacağı bir toplum inşa etmektir. Bu ilke, bireyi toplumun önüne geçiren; yerleşik dinî ve geleneksel değer yargılarına
meydan okuyan bir hareket olarak ortaya çıkıp gelişmiştir.

  • Özgürlük: Bireyin hukuka bağlı olarak en üst düzeyde özgürlüğü yaşaması gerektiği savunulur. Bu özgürlük başkasının özgürlüğünü ihlâl edene kadardır. Liberalizmin özgürlük anlayışı negatif özgürlüktür. Negatif özgürlük bireyin dışardan gelen bir zorlama altında kalmaksızın davranabilmesidir. Birey davranışlarına müdahale edilmediği oranda özgürdür. İnsanın herhangi bir dış müdahaleye maruz kalmadan davranabildiği alan ne kadar geniş ise özgürlüğü de o
oranda geniştir.

  • Akılcılık: Dünyanın akıl aracılığıyla kavranabileceğini savunur. Aynı zamanda anlaşmazlık ve savaşanların tartışma ve uzlaşı yoluyla çözülebileceğini ifade eder.

  • Eşitlik: Liberaller, ekonomik eşitliği değil siyasî ve hukukî eşitliği savunur. Buna göre herkes için fırsat eşitliğini savunurlar.

  • Hoşgörü: İnsanların düşüncelerini rahatça söyleyebilme özgürlüğü-ortamını oluşturmayı savunur.

  • Rıza: Bu anlayış demokratik sistemlerde otoritelerin yönetilenlerin rızasını alarak meşru hale gelmesini ifade eder.

  • Anayasalcılık: Siyasal güç yozlaşmaya açık olduğumdan dolayı Liberaller gücü yasalarla sınırlandırmaya gerek duyar.


  1. Klâsik Liberâlizm

 Klasik liberâlizm, bireysel özgürlük üzerine kurulu ve bu özgürlüklerin korunmasıyla sınırlandırılmış; topluma yüksek oranda avantaj sağlayacak bazı hizmetleri sunan bir devletin olması, geriye kalan tüm fonksiyonların düşürülerek serbest piyasa tarafından karşılanması gerektiğini savunan ideojidir. Klasik liberâller laissez faire ekonomi politikalarını savunur, iktisadi özgürlükler ve piyasa ekonomisini vurgular, devletin görev alanının genişletilmesine karşı çıkar. Klâsik liberaller, sahiplenici bireycilik kavramı doğrultusunda, atomist toplum yapısını savunurlar.
 Klâsik liberaller için eşitlik çok önemli bir ilkeydi. Örnek olarak klâsik liberaller uzun yıllar siyahîlerle beyaz insanların aynı yasalara tabii tutulması için mücadele etmiştir.
 Klâsik liberaller için sivil toplum da önemliydi. Devlet ile birey arasında bulunan bu yapılanmalar, devletin sağlamadığı sosyal etkinlikleri sağlıyordu.
 Siyaset olarak ise devletin zorunlu kötülük olduğu fikri öne çıkar. Devlet, düzeni ve güvenliği sistematik bir şekilde sağlamak için gereklidir ama aynı devlet daha çok düzen sağlamak için bireyin özgürlüğünü kısıtlayabilecek kadar kötüdür. Bu yüzden klâsik liberaller, devletin gece bekçisi modelinde olmasını gerektiğini düşünür. Aynı şekilde; devlet, piyasaya da müdahale etmemelidir. Piyasa, kendi kendini düzenleyen, iyileştiren bir mekanizmadır. Bu anlayışa iktisadî liberalizm denir.

  1. Modern (Sosyal) Liberâlizm
 Modern liberalizm, devletin müdahalesine daha sempatiyle yaklaşır. Liberalizmin sosyal adalet içermesi gerektiğini savunur. İşsizlik sigortası, ücretsiz sağlık ve eğitim hizmeti, emeklilik gibi uygulamalarla toplumdaki eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasını amaçlar. Böylece sahip olunan özgürlüklerin tam olarak kullanılabileceği bir ortam oluşturmayı ister.
 John Stuart Mill klâsik ve modern liberalizm ayrımını belirginleştirmişti. Onun eserlerinden etkilenen T. H. Green, L. T. Hobhouse ve J. A. Hobson gibi yazarlar modern liberalizmin öncülüğünü yaptı. Örneğin T. H. Green, o dönemde hâkim olan marksist-sosyalist hareketlerin klasik liberalizme yönelttikleri eleştiriler karşısında liberalizmi 'yeniden' formüle etmeye çalışmıştır. Bunun sonucu olarak da 'pozitif özgürlük' anlayışından yola çıkan ve sosyal yönü ağır basan yeni bir liberalizm yorumu ortaya çıktı.
 ABD'de modern liberalizme geçiş 1929 Dünya Ekonomik Buhranı'nda yaşandı. O zamana kadar klâsik liberalizm ilkesince devlet, piyasaya hiç müdahale etmezdi. Ancak piyasa kendi başına işleri yürütemedi ve sonunda ekonomik kriz çıktı. Bundan sonra ABD'de modern yaklaşımla hareket edilmiştir.
 Modern liberalizme büyük katkısı olan John Rawl ise serbest piyasa ideolojisini sosyal politikalarla uyuşturmayı başarmış filozoftur.


 MUHAFAZAKÂRLIK

 Muhafazakârlık, Fransız Devrimi sırasında eski rejim taraftarlarıyla ortaya çıktı. Bundan sonra, reformu reddeden Joseph de Maistre'nin yaklaşımı ve 'muhafaza etmek için değişim' düşüncesine dayanan Edmund Burke'ün yaklaşımı ile iki temel ayrıma uğradı.
 Muhafazakârlar, tecrübe edilmişe, tecrübe edilmemişten daha çok güven duyarlar. Bu bakımdan yeni şeylere karşıdırlar. (Statükocudurlar.) Örneğin bazı muhafazakârlık taraftarları, toplumların zamanla geçirdikleri evrim sonucu bir tür 'bilgelik' sahibi olduğunu, bu bilgeliğin toplum düzeninde, kültürde kendisini açığa vurduğunu, bu nedenle de özenle korunması gerektiğini savunurlar. Bu anlamda muhafazakârlık, bir anda büyük değişiklikler yapmayı hedefleyen devrimciliğin karşıtıdır. Değişim olacaksa da geçmişle kurulan sürekli bir bağ içinde olmalıdır.
 Muhafazakârlığın var olan kazanımları ve değerleri korumak şeklinde bir yanı da vardır. Bu açıdan bakıldığında herkes, istediği toplumsal düzen gerçekleştiğinde muhafazakârlaşabilir. Nitekim Sovyetler Birliği'ndeki Stalin rejimine karşı olanlar (örn. Troçkistler) bu rejimi muhafazakârlaşmakla suçladılar.


 Muhafazakârlığın Unsurları

  • Gelenek: Muhafazakâr düşüncenin an teması olan 'muhafaza etme' düşüncesi yaşanıp tecrübe edilmiş olan bilgiye, birikime önem verir.

  • Pragmatizm: İnsan aklının sınırlı olduğu düşünülüp soyut ilke ve düşüncelere güvenilmez. Bunun yerine, tecrübeye ve tarihe güvenilir.

  • Beşeri mükemmelsizlik: Beşerî varlıkların kusurlu olduğu (örn. İnsanın açgözlü, bencil vs. olması) düşüncesiyle güçlü bir devletin, yasaların, katı cezaların varlığını gerekli görürler.

  • Organizmacılık: Toplumun, yine topluma yarar sağlayan daha küçük birimlerden (aile, cemaatler vs.) doğal bir gereklilik olarak oluştuğu düşünülür. Ve bu görüşe göre bu toplum, onu oluşturan parçalardan daha önemli bir şeydir. Bireyin ön plana çıkmasının ve birey temelli düşünmenin karşısında cemaatçi yapıyı savunulur, kişinin içinde doğduğu topluma bağımlı olduğunu söylenir.

  • Hiyerarşi: Muhafazakâr yaklaşımda organik bir toplum içinde hiyerarşinin olması kaçınılmazdır. Ancak bu hiyerarşi sorumlulukları içerdiğinden eşitsizliğe sebep olmaz; bu toplum karşılıklı yükümlülüklerle birbirine bağlıdır. Örneğin 'hayattaki mevkiisi' doğuştan iyi olan bir kişi kendisi gibi olmayanlara karşı sorumluluk taşır.

  • Otorite: Muhafazakârlar, otoritenin bir noktaya kadar yukarıdan aşağıya doğru olması gerektiğini ve bu otoritenin eğitimden yoksun veya tecrübesiz kişilerin çıkarlarının sağlanmasına yönelik olarak etkin olmasını savunurlar. Eskiden doğal aristokrasi fikri etkili olmuşsa da bugünkü otorite ve liderlik anlayışı tecrübe ve eğitimin ürünü olarak görülür.

  • Mülkiyet: Muhafazakârlar için özel mülkiyet, önemlidir.


 Paternalist Muhafazakârlık

 İlk kez Benjamin Disraeli tarafından kullanılan bu kavram 1870 Britanya'sında, halkın zengin ve fakir olarak ikiye bölünmesi tehlikesine karşı 'aşağıdan devrim' yerine 'yukarıdan reform'u tavsiye ediyordu. Aristokratlara yapılan bu öneri, noblesse oblige anlayışına dayanıyordu. Aynı zamanda aristokratlara bir görev, ödev yüklenmişti. Buna göre mülk ve güç sahibi olanlar, daha şanssız olan insanlara yardım etmeli, yol göstereli, destek olmalıydı.
 Disraeli’n fikirleri daha sonraları Lord Churchill tarafından Tory demokrasisi biçiminde benimsenmiştir. (Tory: 18. Yüzyıl'da Britanya'da Whiglere karşı monarşiyi ve kiliseye bağlılığını savunan, toprak sahibi eşrafı temsil etmiş bir siyasî partidir.)

 Siyasî anlamda ise paternalizm, yönetim erkine sahip mercilerin, iktidar alanları altındaki birey, topluluk ve halklar üzerinde onlar adına, onların istek, ihtiyaç ve seçimlerinde rağmen "doğru"yu ve "doğru olan"ı belirleme isteği olarak öne çıkar. Devlet kurumu ise "doğruyu bilen baba figürü" gibi anlaşılır.

 Paternalist muhafazakârlar, iktisadî bakımdan 'orta yol' adı verilen, 'bencillik içermeyen özel teşebbüse dayalı bir sistemi uygun görür. Devletle birey arasındaki dengenin işe yarayana göre pragmatik biçimde ayarlanabileceğini düşünürler. Bu bakımdan sosyal uyumu imkânsız hale getiren laissez-faire kapitalizminden de, her türden bağımsızlık ve teşebbüsü ezdiğinden dolayı sosyalizmden ve merkezî plânlamacılıktan kaçınırlar. Bu anlayış Alman Hristiyan Demokratlar'ın (CDU) 'sosyal piyasa' felsefesinde ifadesini bulmuştur. (Bkz. Hristiyan demokrasi)

 Osmanlı'daki demokratikleşme hareketleri ve Türkiye Cumhuriyeti'ndeki Atatürk Devrimleri paternalist özellikler taşır.


  Yeni Sağ
 Yeni sağ, II. Dünya Savaşı sonrasında oluşan refahın sona ermesi ve sosyal çöküşe ilişkin kaygıların artması ile 1970'li yıllardaki ekonomik krizler sonucunda (Keynesçi ekonomi modelinin aşırı enflasyonla beraber çöküşünden sonra), muhafazakarlığın ve liberalizmin harmanlanması çabası sonucu* ortaya çıkmıştır. Amerika'da Ronald Reagan, Britanya'da ise Margaret Thatcher'la özdeşleşir. Türkiye'de ise Turgut Özal yeni sağın temsilcisidir.
 Yeni sağ, devlet teşebbüsünü keynesçiliğin aksine minimuma indirgeyen bir modeli baz alır. Ancak devlet yine de olaydan tamamen elini eteğini çekmemiştir ve yönlendirici bir rol üstlenir.

* Yeni sağ bu iki ideolojiyi ancak 'güçlü devlet ve özgür ekonomi' kavramında buluşturabilmiştir.


 Neoliberalizm

 Bu kavram ilk olarak Friedrich Hayek, Milton Friedman ve Henry Hazlitt gibi serbest piyasa iktisatçılarının ve Robert Nozic gibi filozofların yazılarında görülür.

 1930'lara dek dünya ekonomisine yön veren iktisadi kabuller piyasacıydı (klâsik liberal anlayış). 1929 Dünya Ekonomik Buhranı'ndan sonra ise krizden çıkış reçeteleri olarak ekonomiye müdahale etme gereği hissedildi, burada da keynesyen iktisat anlayışı ciddi bir ilgi görmeye başladı. Sonraları 'refah devleti'ne dönüşen bu anlayış 1973 Petrol Krizi ile yerini tekrar liberalizme bıraktı. İşte bu ikinci ortaya çıkan liberalizm dalgasına neoliberalizm denir.

 Neoliberalizm, ekonominin devlet işlerinden ayrılmasını ve piyasayı özel teşebbüsün yönetmesi gerekliliğini savunur. Devletin sadece herhangi bir kriz anında acil ve keskin müdahaleler yapmasını, bunun dışında piyasadan tamamen çekilmesini savunur. Kişisel hürriyeti pozitif şekilde tanımlar ve sosyal reform için kanunların kullanımına karşı çıkar. Klâsik liberalizmden farklı olarak, kişilerin topluma doğal bazı haklarla girdiklerini kabul etmez. Özel mülkiyeti savunur ve bu savunusunu “kişisel hürriyet ve açık piyasalar en geniş kitleler için en büyük faydayı sağlar” şeklinde ifade eder. Liberalizmin birey ve devletlerin çıkarları arasında otomatik bir uyum olduğu fikrini reddeder.

 1980’lerde dünya genelinde sol hükümetlerin yerini neoliberal sağcı iktidarlar almaya başladı.
Margaret Thatcher, 1980'li yıllarda batılı ülkelerde devletin iktisadi yatırımlardan çekilmesi, özelleştirme, serbest pazar ekonomisinin desteklenmesi ve işçi haklarının törpülenmesi ile kendisini gösteren neoliberal siyasetin Birleşik Krallık'taki uygulayıcısı oldu.


 SOSYALİZM

 Sosyalist fikirler tarih boyunca dile getirilmiş olsa da 19. Yüzyıl'a kadar siyasî bir şekil almış değildi. Bu şekilleniş, sanayi kapitalizmine karşı esnafların çıkarlarını dile getirerek başladı. Fakat kısa süre sonra işçilerin sorunlarına odaklandı.
 Sosyalizmin çıkış amacı kapitalist ekonomiyi ortadan kaldırmak ve yerine ortak mülkiyet anlayışına dayanan bir ekonomi oluşturmaktı. Bu amaç devrimci, ütopik bir karakter taşıyordu.
 Ancak sosyalizm 19. Yüzyıl'ın sonlarından itibaren fikirsel ayrılığa uğradı. Bir kısım sosyalist, işçilerin haklarının düzenlenmesi, ücretlerin arttırılması ve çalışma şartlarının iyileştirilmesinin sendikalar ve siyasî partiler aracılığıyla olmak üzere aşamalı bir şekilde kanunlar ile yapılması gerektiğini düşünüyordu. (Bkz. Robert Oven, Charles Fourier, William Morris) Diğer bir kısım ise devrimci yollardan sosyalizmi sağmak istedi. Böylece sosyalizm, devrimci yolları izleyecek olan komünizm ve evrimci, reformist yolları izleyecek olan sosyal demokrasi olarak ikiye bölündü. (Bu bölünme hem sosyalizme ulaşmak için hangi araçların kullanılması gerektiği, hem de sosyalizmin amacının ne olduğu sorunsalını ortaya çıkardı.)


 Sosyalizmin Unsurları

  • Toplumculuk: Sosyalizmin odağında sosyal bir varlık olarak insan görülür. John Donne'nin ifadesiyle "Hiçbir insan tek başına bir ada değildir; herkes anakaranın bir parçasıdır. Bu sözle bireyin kimliğinin şekillenmesinde toplumun önemli bir etkisi olduğu anlatılır.

  • Kardeşlik: Tüm insanlar, birbirlerine kardeşlik ve yoldaşlık bağıyla bağlıdır. Bu yüzden rekabet değil işbirliği yapılmalıdır. Çünkü rekabet, bireyleri kışkırtarak düşmanlık, kıskançlık ve çatışma doğurur.

  • Sosyal eşitlik: Sosyalistler fırsat eşitliğine karşı gelir eşitliğinin önemini vurgular.

  • İhtiyaç: Kaynaklar sadece emek karşılığında değil ihtiyaca göre de dağıtılmalıdır. Temel ihtiyaçlar herkese eşit olarak sağlanmalıdır.

  • Ortak mülkiyet: Özel mülkiyet, bencilliği, açgözlülüğü ve dolayısıyla da toplumsal bölünmeyi teşvik eder. Öyleyse herkes için iyi olana ulaşmak için ortak mülkiyet genişletilmelidir; üretim araçları herkesin olmalıdır. (Fakat bireysel mülkler olabilir.)


 MARXİZM
 Karl Marx ve Friedrich Engels'in çalışmalarıyla ortaya çıkarılmış, tarihsel materyalizme dayanan, kapitalizmin eleştirildiği bir düşünce sistemidir.


Marksizmin Unsurları

  • Tarihsel materyalizm: Bu ilke tarihsel olarak var olan iktisadî yapıların ya da üretim biçimlerinin tarihin gidişatını ve üstyapıyı belirlediğini ileri sürer.

  • Artık Değer: Kapitalistler ile işçiler arasındaki ilişki, işçilerin zorunlu ve sistematik olarak sömürülmesine dayanıyordu. Marx ise tüm değerin üretim için harcanan emekten geldiğini düşünüyordu. Oysa kapitalistler, işçilere emeklerinin karşılığını vermeyip daha azını veriyordu. Böylece artan para kendilerine kalıyordu.

  • Yabancılaşma: Kapitalizm yüzünden işçiler kendi emeklerinin ürününe, emek süreçlerine, iş arkadaşlarına ve en sonunda da kendilerine yabancılaşır.

  • Sınıf Çatışması: Özel mülkiyetin varlığı, toplumsal sınıfları oluşturur; üretim  araçlarına sahip olan kapitalistler ile emeklerini satarak geçinen işçiler arasında ayrılık yaratır. Üstelik kapitalist burjuva, aynı zamanda yönetici sınıftır da.

  • Proletarya devrimi: Marx, kapitalizmin çökmeye mahkûm olduğuna ve proletaryanın da kapitalizmin mezar kazıcısı olduğuna inanıyordu. Kapitalizm gittikçe şiddeti artan bir tüketim krizinden geçecekti. Bu krizler proletaryaya sınıf bilinci kazandırabilirdi. Sonunca proletarya, üretim araçlarına herkes adına el koymak için kendiliğinden ayaklanacaktı.

  • Komünizm: Proletarya devrimi gerçekleşirse, kapitalist burjuvalar karşıdevrim yapmak isteyebilirdi. Bunu engellemek için komünizme geçişten önce geçici bir sosyalist düzen kurulacaktı. Sınıfsal uyuşmazlık sona erdiğinde insanların kendi kaderlerinin belirleyicisi olacağı komünist düzene geçilecekti.


 Ortodoks Komünizm

 Marxizmin uygulamalarından biri, Sovyet komünizmidir. Özellikle de Vladimir Lenin ve Josef Stalin tarafından uygulanmıştır. Lenin, kapitalist burjuvalar tarafından yanlış bilinçlendirilmiş proletaryanın, kapitalizmi yıkmak yerine çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi yoluna giderek devrimden vazgeçeceğinden endişe ediyordu. Bunu engellemek için proletaryanın partisi olarak öne sürülen Bolşevik Parti, proletaryaya yol göstermeliydi. Ancak Ekim Devrimi'nden sonra Marx'ın öngördüğü proletarya diktatörlüğü, Bolşevik Partisi'nin dönüştüğü Komünist Parti'nin diktatörlüğü hâline geldi. 1929'da da Josef Stalin tarafından tarım arazileri kamusallaştırıldı ve böylece özel teşebbüs sona erdirildi. Bundan sonra da artan baskı ortamı Mihail Gorbaçov'un perestroyka refomlarında azalmaya başladı.


 Modern Marxizm (Neomarxizm)

 Marxizmin daha karışık bir biçmi Batı Avrupa'da gelişti. Buradaki anlayış Hegel'in fikirlerinden etkilenmişti. Bu anlayış, klâsik Marxizmi yeniden yorumladı. Neomarxistslere göre siyaset salt ekonomiyle açıklanamazdı ve proletaryaya ayrıcalıklı bir rôl verilmemeliydi. Altyapı üstyapıyı belirlemiyordu, ona yön veriyordu. Aynı şekilde üstyapı da altyapıyı etkiliyordu.


 Sosyal Demokrasi

 Sosyal demokrasi birey ile devlet arasında bir dengeyi savunur. Örneğin Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) 1959'daki Bad Godersberg Kongresi'nde Marxizmden vazgeçip "mümkün olduğu yerde rekabet, gerekli olduğu yerde plânlama" denilerek sosyal piyasa ekonomisi kabul edildi. Liberalizmin temelleri korundu ama buna ama sosyal adalet, sosyal devlet, sosyal haklar gibi yeni değerler eklenmiştir.
 Sosyal demokrasi hareketi önceleri Vlâdimir Lenin gibi devrimci sosyalistleri de kapsıyordu. Daha sonra evrimci yaklaşım baskın çıktı ve sosyal demokrasi proleter devrime karşı bir ideoloji halini aldı. Sosyal demokrasinin bu evrimci yaklaşımının en önemli temsilcisi Eduard Bernstein'dır. 1884’te kurulan Fabian Derneği de Bernstein'ın revizyonist görüşlerinden etkilenmiştir.

 II. Dünya Savaşı sonrası dönemde, Avrupa’da sosyal demokratların pek çoğu Marksizm ile olan ideolojik bağlarını terk etti ve bunun yerine yönlerini kapitalizmi sosyalizme dönüştürecek reformlara verdi. Bugün Batı Avrupa'da özellikle İskandinav ülkeleri sosyal demokratik ilkelerle yönetilir.
 Fakat 1980'lerde sosyal demokrasi gerilemeye başladı. SSCB'nin çöküşüyle birlikte üçüncü yol anlayışı ortaya çıktı.


 ÜÇÜNÜCÜ YOL

  Üçüncü yol hem kapitalizme hem de sosyalizme bir alternatif oluşturma fikriyle ortaya çıkmıştır. Fakat her ülke farklı bir üçüncü yol anlayışına sahip olmuştur. Birleşik Devletler'de Bill Clinton, Birleşik Krallık'ta Tony Blair bu akımın temsilcisi olmuştur.


 FAŞİZM

 Bu milliyetçi akım Benito Mussolini tarafından sistemleştirilmiştir. Fransız Devrimi'nin getirdiği liberalizme hatta rasyonalizme, komünizme, marxizme ve kapitalizme karşı çıktıkar.

Faşistlere göre liderlik, milliyet, devlete itaat, topluma bağlılık çok önemliydi. Bireyler gerektiğinde kendilerini milletleri için feda edebilmeliydi. Faşizmin amacı bir toplumu birlik-beraberlik, ulusal değerler, tarih bilinci, vatan-bayrak-devlet üçlemesi, halkçılık ve devletçilik gibi anlayışların altında bütünleştirmektir.
 Faşizm, farklı ülkelerde farklı algılanmıştır. İtalyan faşizmi totaliterizm, milliyetçilik ve korporatizme bağlıyken Alman faşizmi (Nazizm) Nasyonel sosyalizme, Aryanizme, ırkçılığa bağlıdır.


 ANARŞİZM

 Anarşizm, hiçbir ülkede ulusal düzeyde etkili olmadığı için alışılmış ve denenmiş bir ideoloji değildir. Yine de anarşist hareket, devletin vazgeçilmezliği fikrine meydan okuduğu için siyaset felsefesine katkıda bulunmuş oldu.

 Anarşi, otorite ve hiyerarşiyi reddeder. Mülkiyet, hırsızlık olarak görülür.

Yorumlar

  1. teşekkür ederiz.Eline sağlık feminizm,çevrecilik ve neo fundamentalizm ide ekleyebilirsin ben ce.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba,modern siyasal kuramlar dersinden acil yardıma ihtiyacımız var.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Devlet Kavramının Tanımı ve Devletin Rolü

  DEVLET NEDİR?    Sınırları belirlenmiş toprak b ütünlüğü içinde egemen h ükümet yetkisi tesis etmiş, otoritesini kurumlar aracılığıyla uygulayan siyasî birliktir.  Devletin b ölgesi t üm beşer î faaliyetlerin üstüne d üşer . Sosyal refah, iç d üzen , halk sağlığı için uğraşır, bundan meşruiyet kazanır. Kural koyar, d üzenler , yetkilendirir, yasaklar...  Temel soru ise neler devlet kontrolüne bırakılmalı, neler bireye bırakılmalıdır? Bu sorunun nesnel bir cevabı yoktur. Fakat denilebilir ki yalnızca bireyi ilgilendiren konular bireye, birden fazla kişiyi etkileyen konular devlete bırakılmalıdır.  1) İdealist Perspektif  Hegel'in felsefesinde hayat bulur. Ona göre toplumsal varoluşun 3 unsuru vardı: Aile, sivil toplum ve devlet. Aile, insanların kendi çıkarlarına ve çocuklarının iyiliğine önem veren bir diğerkâmlığa sahipti. Buna karşın sivil toplum, bireylerin kendi çıkarlarını başkalarının çıkarlarının önüne koyduğu 'evrensel egoizm' alanı gibiyd

Roma döneminde siyasal düşünce

Roma, MÖ. 8. Yüzyıl'dan 6. Yüzyıl'a dek Etrüsk kökenli krallar tarafından yönetildi. M.Ö. 509'da son kral Tarquinius Superbus tahttan indirildi ve ardından cumhuriyet rejimi kuruldu.  Krallık döneminde Comitia Curiata adında bir meclis kurulmuştur. Bu meclisin kral olarak seçtiği kişinin hükümdarlığını ilân etmesinin ardından yeni kral başrahiplik, başkomutanlık ve başyargıçlık gibi görevleri üstlenmiştir. Bu yetkilerin bütününe imperium denirdi.  Krallığın yıkılıp cumhuriyetin kurulmasının ardından Comitia Curiata meclisini önemini zamanla kaybetmeye başladı. Bunun yerine askerlerce oluşturulan Comitia Centuriata isimli yeni bir meclis öne çıkmaya başladı.  Toplum  Roma toplumu, başlangıçta hayvancılıkla geçinene kabilelerden meydana geliyordu. Bir zaman sonra, tüm kabilelerin reisleri aristokrat bir sınıf oluşturmaya başladı. Zaman içinde bu reislerin aileleri ve soyları bir bütün halinde patrici sınıfını oluşturdu. Ayrıca, bu kabilelerin tamamı Roma

Antik Yunan Siyasal Düşüncesi

Bug ü nk ü modern siyasetteki pek ç ok kavram ve kurum temellerini Antik Yunan'dan alır. Anayasa, hukukun ü st ü nl üğü , demokrasi, meclis, m ü lkiyet gibi kavram ve kurumlar bunlardan baz ı lar ı d ı r. Antik d ö nem Doğu siyas î d üşü ncelerinde ise Tanr ı -Kral anlay ışı hakimdir. Y ö netim i ş inin ve y ö neticilerin kutsal ve tanr ı sal oldu ğ u kabul edilir. Bu y ü zden vatanda ş lar ı n pasif bir bi ç imde y ö netime itaat etmesi beklenirdi. Oysa Antik Yunan'da vatandaşların bir kısmının katılımıyla y ö netim ger ç ekle ş irdi.  Diğer medeniyetlerde d üşü nce evren ve do ğ a ç evresinde ş ekillenirken Antik Yunan'da filozofların etkisiyle insan ve toplum ç evresinde ş ekillenmeye ba ş lad ı .   Antik d önemlerde Hellas adıyla anılan yarımada, oldukça dağlık bir b ölgedir . Ve verimli tarım alanları çok azdır. Bu verimsiz topraklar Yunanları denizciliğe ve koloniciliğe y önlendir mişt i r.  Bu coğrafyaya ilk önce Minos uygarlığı (M.Ö. 2600-1400) y

Sosyolojiye Giriş

Sosyoloji, insanın toplum yaşamının ve toplumların bilimsel incelemesidir. Sosyolojik araştırmalar, sokakta karşılaşan farklı bireyler arasındaki ilişkilerden k üresel sosyal işleyişlere kadar geniş bir alana yayılmıştır. Ve bu araştırmaları yapmak için sosyolojik bakış açısı gereklidir.  Sosyolojik bakış açısı olaylara daha geniş bir açıyla bakmayı ifade eder. Bunun için de sosyolojik imgelem e ihtiyaç duyarız. Charles Wright Mills'in bu sözüne göre sosyolojik imgelem, insanı gündelik hayatın sıradanlığından kurtarır. Böylece olaylara daha geniş açıdan bakarak olayları daha iyi yorumlarız.   Kuramlar ve Kuramsal Yaklaşımlar   Karmaşık olayları daha iyi yorumlayabilmek için (olguların yalnızca nasıl ortaya çıktıklarını değil , neden ortaya çıktıklarını da bilmek için ) kuramlara ihtiyaç duyarız.   İlk Kuramcılar  Sosyolojinin k ökenini doğuran, Avrupa'da 1789 Fransız Devrimi ile Sanayi Devrimi'nin yarattığı altüst edici değişmeler oldu. Bu sırada da dün

Demokrasi | Modeller, yaklaşımlar

 DEMOKRASİYİ TANIMLAMAK  Demokrasi kelimesi Antik Yunan'da ortaya çıkmıştır; 'demos' kelimesi halk, 'krasi' de yönetim anlamına geliyordu. Yani halkın yönetimi. Fakat bu kavrama çeşitli anlamlar da yüklenmiştir: Fakirler, avantajsız olanlar Profesyonel siyasetçilere ihtiyaç duyulmaksızın, halkın kendi kendisini doğrudan yönetmesi, Çoğunluk yönetimine dayanma Çoğunluğun, azıkların haklarını koruyarak iktidarı kontrol etmesi Sosyal eşitsizlikleri azaltmayı amaçlayan refah sistemi  A) Halk kimlerden oluşur?  Demokrasinin temel özelliklerinden biri siyasî eşitlik tir. Yani yönetime herkesin katılması gerekir. Ama uygulamada böyle olmaz, siyasî katılıma sınırlama getirilir. Örneğin Antik Yunan'da siyasete yalnızca +20 yaşındaki özgür Yunan erkekleri katılabiliyordu. Birleşik Krallık'ta 1928 yılına kadar, İsviçre'de 1971'e kadar kadınların seçme hakkı yoktu. 1960'lara kadar ABD'de Afroamerikanların oy hak

İktisat Bilimine Giriş

 İktisat, bireyler ve toplumların dünyadaki kıt kaynakları, sonsuz ihtiya çlarını karşılamak için nasıl dağıttıklarını inceleyen bilim dalıdır.  Yery üzünde sahip olduğumuz kaynakların miktarları sınırlıdır. Petrol rezervi, altın, elma armut, hepsinin miktarı sınırlı ve tükenirdir. Bu yüzden bu kaynakların dağıtılması önemlidir ve bu kaynaklar iktisadın konusunu oluşturur.  Gazetelerde yazılarını okuyup, televizyonlarda izlediğiniz iktisat çıların hemen hemen hepsinin farklı görüşlere sahiptir. Bu, bir sosyal bilim ve politika aracı olarak iktisadın pozitif ve normatif özelliğinden kaynaklanmaktadır.  Pozitif iktisat bir iktisadi olayın ne olduğu, normatif iktisat ise ne olması gerektiği ile ilgilidir. Pozitif iktisat mevcut durumu inceleyip, “ne olduğunu” belirlemeye çalışır, değer yargısı içermez. Örneğin “Türkiye’nin 2011 yılı dış ticaret açığı yüksektir ifadesi bir pozitif iktisat ifadesidir.”. Bu ifadenin doğru olup olmadığını dış ticaret verilerine bakarak test edebil

Helenistik Dönem

  Platon  Asıl adı Aristokles olan Platon, Atina'da eupatrides sınıfına mensup bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Soylu bir genç olarak Platon, her bakımdan kendini geliştirme imkânı bulmuştur. 20'li yaşlarınla Sokrates'le tanışmış ve o ölene dek yanında eğitim görmüştür.  Platon, hocası Sokrates'ten idealizmi öğrenip bunu geliştirdi. Bu düşünceye göre evrendeki varlıkların kökeni fiziksel değil ruhsaldır. Platon bunu mağara örneğiyle açıklar: Bir mağaranın önünde durup arkası güneşe dönük olan kişi, güneşi hiç görmemiştir. Yalnızca önündeki kendi gölgesini görmektedir. Bu kişi duvardaki gölge ve ışığı gerçeğin kendisi sanar. Oysa gerçek Güneş ve kendi bedenidir.  İki ayrı evren ayrımının ardından Platon, bilginin de iki ayrı alanı olduğunu söyler. Fakat gerçekte iki ayrı bilgi yoktur: Bilgi ( episteme ) tektir ve gerçektir. Bu gerçek bilgiye de ancak akıl yoluyla ulaşılabilir. Dolayısıyla duyularla elde edilen bilgiler gerçek b

Siyaset/Politika Nedir?

 Siyaset, en geniş anlamıyla insanların hayatını düzenleyen genel kuralları yapmak, korumak ve değiştirmek için gerçekleştirdikleri faaliyetlerdir. Ancak akademik olarak, devlet yönetimiyle ilgili işleri ilgilendiren her türlü eylem olduğu düşünülebilir. Siyaset kelimesi Arap çadan Türkçeye ge çen bir kelime olup bu dil de 'seyis' kelimesinden türemiştir. Siyaset kelimesi daha sonra şehirlerin ve insanların yönetimi anlamında kullanılmıştır. Bugün ise Batı dillerinden bize geçen 'politika' kelimesiyle eş anlamlıdır. Politika ise Eski Yunan’daki şehir devletlerinin yönetilmesi anlamında kullanılıyordu. ' Zoon Politikon '  "İnsan sosyal bir hayvandır." Aristo bu sözü toplu halde yaşamanın insanın doğasından gelen bir özellik olduğunu belirtmek için söylemiştir. Aristo'ya g öre bir insanın toplum dışında yaşayabilmesi için ya bir tanrı ya da bir canavar olması gerekir . Bu görüşe göre insan, doğal bir i çgüdüyle birlikte yaşamaya eğ