Ana içeriğe atla

Siyaset/Politika Nedir?

 Siyaset, en geniş anlamıyla insanların hayatını düzenleyen genel kuralları yapmak, korumak ve değiştirmek için gerçekleştirdikleri faaliyetlerdir. Ancak akademik olarak, devlet yönetimiyle ilgili işleri ilgilendiren her türlü eylem olduğu düşünülebilir. Siyaset kelimesi Arapçadan Türkçeye geçen bir kelime olup bu dilde 'seyis' kelimesinden türemiştir. Siyaset kelimesi daha sonra şehirlerin ve insanların yönetimi anlamında kullanılmıştır. Bugün ise Batı dillerinden bize geçen 'politika' kelimesiyle eş anlamlıdır. Politika ise Eski Yunan’daki şehir devletlerinin yönetilmesi anlamında kullanılıyordu.

'Zoon Politikon'
 "İnsan sosyal bir hayvandır." Aristo bu sözü toplu halde yaşamanın insanın doğasından gelen bir özellik olduğunu belirtmek için söylemiştir. Aristo'ya göre bir insanın toplum dışında yaşayabilmesi için ya bir tanrı ya da bir canavar olması gerekir. Bu görüşe göre insan, doğal bir içgüdüyle birlikte yaşamaya eğilimlidir.

 Siyasetin Farklı Anlamları
 Aristoteles’e göre devlet’in temel amacıen iyiyi" sağlamaktır. Ve her devlet iyi bir amaçla kurulmuş bir topluluktur. 20. yüzyılda kaleme alınan bazı siyaset bilimi kitaplarında* da politikanın Aristoteles gibi “iyi yaşamayı” temine yönelik devlet yönetimi ile ilgili işler anlamında kullanıldığı gözlenmektedir.

 Hobbes'a göre insan, doğası itibariyle bencil, güvensiz ve korkak bir varlıktır, bu nedenle meşhur “İnsan insanın kurdudur (homo homini lupus).” sözünü ortaya atmıştır. Dolayısıyla devletin düzeni için insanların bu negatif doğal içgüdülerini kontrol altına alacak politik güç önemlidir. Hobbes'un bu düşüncelerini oluşturmasında şüphesiz o sıralarda ülkesinde yaşanan politik gelişmelerin ve iç savaşın da etkisi olmuştur. Çünkü Hobbes, güce dayalı egemen bir devlet yönetimini savunmaktadır ve böyle bir yönetim anlayışının iç savaşları da sona erdireceğini düşünmektedir.

 Siyaset biliminin henüz bağımsız bir disiplin olarak gelişmediği dönemlerde siyasetin devlet yönetimi, devlet yönetimine ilişkin faaliyetlerin tümü, devletin diğer devletlerle ilişkileri ve vatandaşlığa ilişkin ilişkiler anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz. Böyle bir anlayayışta en büyük örgütlü insan topluluğu olan devletin ortak çıkarlar doğrultusunda yönetilmesi, bu yönde kararlar alma yetkisinin kullanılması siyaset kavramı çerçevesinde düşünülmüştür. Yalnız ortak çıkarlar konusunda bir toplumun bütün üyelerinin ittifak etmesini, alınacak kararların herkes tarafından benimsenmesini beklemek mümkün değildir. Çünkü bir toplum, ne kadar homojen olursa olsun, beklentileri ve çıkarları birbirinden farklı kesimlerden meydana gelmektedir. Toplumsal gerçeklik alanındaki farklılıkların varlığı, bireyler ve toplum kesimleri arasında bir çatışmaya ve iktidar ilişkisine yol açmaktadır. Belli statüleri gal edenler diğerlerine karşı kazandıkları üstünlük, güç ve kuvvetlerini korumak, diğerleri de bu pozisyonları ele geçirmek için bir mücadeleye girmektedirler. Bu çatışma hâli siyasetin bir iktidar mücadelesi olarak anlaşılmına imkân vermiştir. Tanınmış siyaset bilimcilerden V.Van Dyke siyaseti, “Kamuyu ilgilendiren sorunlarda kendi tercihlerini kabul ettirmek, bu tercihleri uygulatmak, başkalarının tercihlerinin gerçekleşmesini engellemek üzere çeitli aktörlerin yürüttükleri bir mücadeledir.şeklinde tanımlamaktadır ki bu tanımın özünde siyasetin bir iktidar mücadelesi olduğu anlayışı yatmaktadır.


 Hükümet Etme Sanatı Olarak Siyaset

 "Siyaset bir bilim değil, sanattır.” Şansölye Bismarck'ın söylediği bu söz, siyasetin ortak kararların alınması ve uygulanması yoluyla toplumun içinde bir kontrol, denetim kurmak anlamına geldiğini ifade eder. D. Easton ise siyaseti bir süreç olarak değerlendirerek, 'maddi ve manevi değerlerin otoriteye dayalı
olarak dağıtılması süreci' şeklinde tanımlamıştır.

 Antik Yunan'daki siyaset kelimesi ise şehir anlamındaki polisten gelir. O zamanda her şehir kendi kendini yönetiyordu ve siyaset de şehir yönetimi anlamına geliyordu. Bugün bu anlayışı devlet yönetimi olarak görürüz.
 Ancak siyasetin devlet işleri ile ilgili olduğu fikri geleneksel bir hâl almıştır.
Buna göre siyaset meclislerde, bakanlar kurulunda, hükümet dairelerinde ve bunların kapsadığı yerlerde görülür, yürütülür. Bu anlayışta siyasetçiler kamu görevlileri ile bir kısım lobicilerle sınırlıdır. Kısaca bu yaklaşımla siyasetin anlamı, insanların çoğunun, kurumların çoğunun ve toplumsal faaliyetlerin çoğunun siyasetin “dışında” kabul edilmesidir. Ülkenin yönetim işine dahil olmayanlar siyaset dışındadır. Tabii bu anlayış artık siyasetin tanımlanmasında yeterli gelmemektedir. Günümüzde, iç çevreleri, eğitim kurumları, cemaatler, hanedanlar ve bir dizi kamu ve özel sektör toplulukları da siyasete dolaylı da olsa müdahil olmaktadır.
 Siyasete çoğu zaman olumsuz anlamlar yüklenir. Bunun sebebi, toplumun, siyasetçilerin yolsuzluğa eğilimli, kişisel çıkarları ön plânda olan ikiyüzlü kişiler olduğunu düşünmesindendir. Ancak  Niccolò Machiavelli, Prens adlı kitabında bu duruma akılcı bir şekilde bakar. Devleti yöneten prensin, merhamet duygusunu bir kenara bırakarak devleti yönetmesi gerektiğini söyler. Gerektiğinde bir insanın devlet tarafından öldürülmesinin çok daha fazla insanın yaşamasını sağlayacağını belirterek prense öğütler verir. Bu görüşlere paralel olarak başka bir bakış açısı da amaca ulaşmak için her türlü araca başvurmanın uygun olduğu savıdır. (Bkz. Makyavelizm)
 Siyasî gücün kötüye kullanılma ihtimalinden dolayı bazı düşünürler, siyaseti tamamen zararlı görür. John Dalberg-Acton (Lord Acton) bu düşünceyi "İktidar yozlaşmaya meyillidir, mutlak iktidar ise kesinlikle yozlaştırır." sözüyle dile getirmiştir. Bu düşünceye getirilen eleştiri ise siyasetin olmadığı bir toplumda iç savaş ve kaos çıkacağı yönündedir. Bu yüzden siyaseti ortadan kaldırmak yerine siyasetin kötüye kullanılmasının önüne geçmek daha iyidir.


 Kamusal İşler Olarak Siyaset

 İkinci ve daha geniş anlamıyla siyaset, 'siyasî olan' ile 'siyasî olmayan' ayrımı, kamusal alan ve özel alan olarak ikiye ayrılır. Bu yaklaşım Aristoteles ile başlar.  Ona göre devlet kurumları (hükümet, meclis, mahkemeler, ordu, polis...) kamusaldır. Buna karşılık Edmund Burke'ün tabiriyle 'küçük müfrezeler' olarak isimlendirdiği sendika, cemaat, aile, esnaf lobileri gibi daha çok bireyler tarafından oluşturulan yapılanmalar ise özeldir; siyaset dışıdır. Çünkü bu oluşumlar (devletin yaptığı gibi) ulusal çıkarlar gözetmezler. Ayrıca bireyin katıldığı bu topluluklar bireyi devletin baskısından korumaya yarar.
 Kamu/özel ayrımına bir başka yaklaşım da özel olanın (sivil toplumun) devletten ayrı da olsa kamusal alana giren bazı yönleri olduğuna dair yapılır. Bu görüşe göre ekonomi, özel alandan kamusala taşındığı zaman şirketler, cemaatler, sendikalar da kamusal hâle geliyordu. Aynı zamanda bu yaklaşıma göre siyaset şahsî işlere el atamazdı. Özellikle feministlere göre siyasetin ev içinde yeri yoktu. Bu şekilde düşünüldüğünde, siyasetçilerin özel hayatlarında yaptıkları iyi veya kötü şeyler siyasî kariyerlerine yansımıyordu.


 Uzlaşma ve Mutabakata Dayalı Siyaset

 Bu anlayışta siyaset, çatışmaları çözmenin bir aracı gibi görülür. Kaba kuvvet uygulanmadan, hakemler ile, uyuşma ve müzakereler yoluyla çözüm aranır.
 Bernard Rowland Crick'e göre siyaset, çatışmaların zorlama veya baskıyla değil mutabakat ile çözümü idi. Ona göre toplum, (çatışmalar kaçınılmaz olsa da) uzlaşma yoluyla yönetilebilirdi. Ama bu fikir tek parti rejimleri ve askerî rejimlerde işe yaramadığı için eleştirilmiştir.


 İktidar Olarak Siyaset

 Bu yaklaşım siyaseti sadece belli bir alanda (hükümet, meclis, kamusal alan vb.) görmez, beşeriyetin her alanında görür. Buna göre siyaset uluslararası şirketlerde olduğu gibi arkadaşlar arasında da yaşanıyordu. Ayrıca dünyadaki kaynakların sınırlı olması önemli bir etkendi. Bu bağlamda siyaset, kıt kaynaklar üzerinde bir mücadeleydi ve iktidar da bu mücadelenin yapılması idi.

 Alışılagelmiş siyaset tanımlarında kamusal alanda yani siyasetin içinde kadınlara yer verilmemişti. Kadınlar, geleneksel olarak ev içinde (özel alan) varlık gösteriyordu. Erkeklerse tüm siyaseti (kamusal alan) ele geçirmişti. Bu yüzden feministler, "Kişisel olan politiktir." diyerek kamusal/özel ayrımına karşı çıkmıştır. Bu slogan, ev içi de dahil olmak üzere her türlü sosyal etkileşimin aynı zamanda siyasî olduğunu ifade ediyordu. Ayrıca kadınların yaşadığı sorunların da kişisel olmadığını, tüm kadınların benzer sorunları yaşadığını gösteriyordu. Bu bakımdan feministler, 'gündelik hayatın siyaseti'ne ilgi göstermişler.

 Bir başka yaklaşımı da "Siyaset, bir sınıfın diğerini ezmesi ve sömürmesini sağlayan örgütlü iktidardır." olarak açıklamasıyla Karl Marx getirmiştir. Ona göre üstyapı, iktisadî temellerden ortaya çıkmıştı. Bu yaklaşımla Marksistler, siyasetin merkezine sınıf mücadelesiyle nitelenen sivil toplumu koyarlar.

 Bu iki görüş siyasete olumsuz bakar ve bu görüşlerin bakış açılarında baskı ve boyun eğme önemli bir etkendir. Radikal feministlere göre toplum ataerkil bir yapıdaydı ve bu yüzden kadınlar eziliyordu. Marksistlere göre ise burjuva, üretim araçlarına sahipti ve işçileri eziyordu. Bu düzenin düzelmesi için feministler, toplumsal cinsiyetin bir cinsel devrim ile yeniden düzenlenmesi gerektiğini, marksistler de sınıf sömürüsünün işçi(proletarya) devrimi ile yıkılması gerektiğini söylemiştir. Böylece devlet kendiliğinden ortadan kalkacaktır.


SİYASETİ İNCELEMEK: YAKLAŞIMLAR

 Felsefî Gelenek
 Siyasete yapılan felsefî vurgu, 19. Yüzyıl'ın sonlarından itibaren bilimsel bir nitelik kazanmaya başladı. Fakat Antik Yunan'a kadar uzanan dönemde düşünürler, yerleşik veya normatif sorunlarla uğraşırdı; "Bu şudur."dan ziyade "Bu, şu olmalıdır." üzerine düşünürdüler. Örneğin "İdeal devlet nasıl olmalıdır?” sorusuyla ilgilenen ve olması gerekenle ilgili düşüncelerini dile getiren Platon, devletin bilge krallar tarafından yönetilmesini veya filozofların kral olmasını savunmuştur.
 Aristo'ya göre insan aklının bilmek (theorein), yapmak (prattein) ve yaratmak (poiein) olmak üzere üç temel işlemi bulunmaktadır. Bütün bilimler aklın bu üç işleminden doğmaktadır. Bilmek işleminden teorik bilimler (matematik, fizik), yapmak işleminden uygulamalı bilimler (ahlak, ekonomi, politika) ve yaratmak işleminden de şiirsel (söz söyleme/belagat, mantık) bilimler doğarlar. Yapmak işleminden doğan ahlak (etik) kişisel davranışlar bilimi, ekonomi aile (oikos), ailenin oluşumu ve gelir kaynakları ile uğraşan bilim, politika da polisin (site/devlet) kuruluşu ve yönetimi ile ilgilenen bilim olarak ortaya çıkmaktadır.

 Empirik Gelenek
 Bu yaklaşımı Aristoteles'in siyasî düzenleri sınıflandırma çabasında, Machiavelli'nin siyasete olan gerçekçi realist yaklaşımında ve Montesquieu'nun hükümet ve hukuka ilişkin sosyolojik teorisinde görürüz. Bu yaklaşımın temel özelliği siyasete duygusal olmayan-realist ve tarafsız bir temel oluşturma çabasıdır. Felsefî geleneğin normatif tutumuna karşılık empirik gelenek tasvirî/betimleyici tutum sergilemiştir.

 Ortaçağ boyunca dinin etkisi altında kalan siyaset düşüncesinde Niccolò Machiavelli, Prens kitabında, yaşadığı dönemdeki olaylar ve olgulardan hareketle siyaset konusundaki idealist ve ahlakçı çizgiyi terk ederek siyaseti realist zemine oturtmuştur.

 Montesquieu, güçler ayrılığı ilkesini savunmuş ve olaylar arasındaki zorunlu ilişkileri incelemiş, olması gerekenden çok olanlarla ilgilenmiştir. Kanunların Ruhu
Kitabında bir ülkede uygulanan yasaların arka planını ortaya çıkarmaya ve niçin aynı yasaların farklı toplumlarda farklı sonuçlar verdiğini açıklamaya çalışmıştır.
 Ona göre iklimin ve coğrafi özelliklerin yasalar ve siyasal davranışlar üzerinde önemli bir etkisi bulunmaktadır.

 Bilimsel Gelenek
 Siyaseti bilimsel anlamda tanımlayan ilk kişi Karl Marx'tır. Fakat bu yaklaşım  davranışcılığa dayandırıldı ve 1950'lerde doruğa ulaştı.

 Davranışçılık sayesinde sosyal bilimler, bir bilim olarak kabul edilmeye başlandı. Ancak bu yaklaşım özgürlük, eşitlik, adalet gibi deneysel olarak doğrulanamayan kavramları açıklayamıyordu. 


---


*H. Laski’nin Politikaya Giriş ve Marcel Prélot’nun Politika Bilimi (ÇevirenNihal Önolİstanbul, Varlık Yayınları, 1972)

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Devlet Kavramının Tanımı ve Devletin Rolü

  DEVLET NEDİR?    Sınırları belirlenmiş toprak b ütünlüğü içinde egemen h ükümet yetkisi tesis etmiş, otoritesini kurumlar aracılığıyla uygulayan siyasî birliktir.  Devletin b ölgesi t üm beşer î faaliyetlerin üstüne d üşer . Sosyal refah, iç d üzen , halk sağlığı için uğraşır, bundan meşruiyet kazanır. Kural koyar, d üzenler , yetkilendirir, yasaklar...  Temel soru ise neler devlet kontrolüne bırakılmalı, neler bireye bırakılmalıdır? Bu sorunun nesnel bir cevabı yoktur. Fakat denilebilir ki yalnızca bireyi ilgilendiren konular bireye, birden fazla kişiyi etkileyen konular devlete bırakılmalıdır.  1) İdealist Perspektif  Hegel'in felsefesinde hayat bulur. Ona göre toplumsal varoluşun 3 unsuru vardı: Aile, sivil toplum ve devlet. Aile, insanların kendi çıkarlarına ve çocuklarının iyiliğine önem veren bir diğerkâmlığa sahipti. Buna karşın sivil toplum, bireylerin kendi çıkarlarını başkalarının çıkarlarının önüne koyduğu 'evrense...

İdeolojiler | Liberalizm, muhafazakârlık, sosyalizm, marksizm

İdeoloji, en ihtilâflı kavramlardan biridir. Bugün ideoloji kavramı bir tanım olup geçmişte olumsuz bir anlam taşımaktaydı. Bu kavram ilk olarak Destutt de Tracy tarafından kullanıldı. Tracy için bu kavram, bilimsel bir disiplindir. Doğru ile yanlışı, hurafe ile bilimsel olanı ayırmaya dönük bir fikirler bilimidir ideoloji. Tracy'nin amacı ideolojiyi, biyoloji veya zooloji gibi bilimlerle aynı statüye eriştirmekti.  İdeoloji kavramına Tracy'den sonra Marx tarafından yeni bir anlam yüklendi. Marx'a göre ideoloji, yöneten sınıfın sömürmesine yardımcı olan fikirlerdi. Bu fikirlerin özelliği, alt sınıfları yanıltabilmesiydi. (Alt sınıflar yanıldığı zaman da sistem devam ediyordu.)  İdeoloji kavramına alternatif açıklamalar liberaller ve muhafazakârlar tarafından da getirildi. İki dünya savaşı arası dönemde ortaya totaliter rejimlerin çıkması, Karl Popper , Jacob Talmon , Hannah Arendt gibi yazarları, ideolojiyi boyun eğmeye yarayan sosyal denetim aygıtı g...

Antik Yunan Siyasal Düşüncesi

Bug ü nk ü modern siyasetteki pek ç ok kavram ve kurum temellerini Antik Yunan'dan alır. Anayasa, hukukun ü st ü nl üğü , demokrasi, meclis, m ü lkiyet gibi kavram ve kurumlar bunlardan baz ı lar ı d ı r. Antik d ö nem Doğu siyas î d üşü ncelerinde ise Tanr ı -Kral anlay ışı hakimdir. Y ö netim i ş inin ve y ö neticilerin kutsal ve tanr ı sal oldu ğ u kabul edilir. Bu y ü zden vatanda ş lar ı n pasif bir bi ç imde y ö netime itaat etmesi beklenirdi. Oysa Antik Yunan'da vatandaşların bir kısmının katılımıyla y ö netim ger ç ekle ş irdi.  Diğer medeniyetlerde d üşü nce evren ve do ğ a ç evresinde ş ekillenirken Antik Yunan'da filozofların etkisiyle insan ve toplum ç evresinde ş ekillenmeye ba ş lad ı .   Antik d önemlerde Hellas adıyla anılan yarımada, oldukça dağlık bir b ölgedir . Ve verimli tarım alanları çok azdır. Bu verimsiz topraklar Yunanları denizciliğe ve koloniciliğe y önlendir mişt i r.  Bu coğrafyaya ilk önce Minos uygarlığı (M.Ö. 2600-...

Demokrasi | Modeller, yaklaşımlar

 DEMOKRASİYİ TANIMLAMAK  Demokrasi kelimesi Antik Yunan'da ortaya çıkmıştır; 'demos' kelimesi halk, 'krasi' de yönetim anlamına geliyordu. Yani halkın yönetimi. Fakat bu kavrama çeşitli anlamlar da yüklenmiştir: Fakirler, avantajsız olanlar Profesyonel siyasetçilere ihtiyaç duyulmaksızın, halkın kendi kendisini doğrudan yönetmesi, Çoğunluk yönetimine dayanma Çoğunluğun, azıkların haklarını koruyarak iktidarı kontrol etmesi Sosyal eşitsizlikleri azaltmayı amaçlayan refah sistemi  A) Halk kimlerden oluşur?  Demokrasinin temel özelliklerinden biri siyasî eşitlik tir. Yani yönetime herkesin katılması gerekir. Ama uygulamada böyle olmaz, siyasî katılıma sınırlama getirilir. Örneğin Antik Yunan'da siyasete yalnızca +20 yaşındaki özgür Yunan erkekleri katılabiliyordu. Birleşik Krallık'ta 1928 yılına kadar, İsviçre'de 1971'e kadar kadınların seçme hakkı yoktu. 1960'lara kadar ABD'de Afroamerikanların oy hak...

Roma döneminde siyasal düşünce

Roma, MÖ. 8. Yüzyıl'dan 6. Yüzyıl'a dek Etrüsk kökenli krallar tarafından yönetildi. M.Ö. 509'da son kral Tarquinius Superbus tahttan indirildi ve ardından cumhuriyet rejimi kuruldu.  Krallık döneminde Comitia Curiata adında bir meclis kurulmuştur. Bu meclisin kral olarak seçtiği kişinin hükümdarlığını ilân etmesinin ardından yeni kral başrahiplik, başkomutanlık ve başyargıçlık gibi görevleri üstlenmiştir. Bu yetkilerin bütününe imperium denirdi.  Krallığın yıkılıp cumhuriyetin kurulmasının ardından Comitia Curiata meclisini önemini zamanla kaybetmeye başladı. Bunun yerine askerlerce oluşturulan Comitia Centuriata isimli yeni bir meclis öne çıkmaya başladı.  Toplum  Roma toplumu, başlangıçta hayvancılıkla geçinene kabilelerden meydana geliyordu. Bir zaman sonra, tüm kabilelerin reisleri aristokrat bir sınıf oluşturmaya başladı. Zaman içinde bu reislerin aileleri ve soyları bir bütün halinde patrici sınıfını oluşturdu. Ayrıca, bu kabilelerin tama...

Sosyolojiye Giriş

Sosyoloji, insanın toplum yaşamının ve toplumların bilimsel incelemesidir. Sosyolojik araştırmalar, sokakta karşılaşan farklı bireyler arasındaki ilişkilerden k üresel sosyal işleyişlere kadar geniş bir alana yayılmıştır. Ve bu araştırmaları yapmak için sosyolojik bakış açısı gereklidir.  Sosyolojik bakış açısı olaylara daha geniş bir açıyla bakmayı ifade eder. Bunun için de sosyolojik imgelem e ihtiyaç duyarız. Charles Wright Mills'in bu sözüne göre sosyolojik imgelem, insanı gündelik hayatın sıradanlığından kurtarır. Böylece olaylara daha geniş açıdan bakarak olayları daha iyi yorumlarız.   Kuramlar ve Kuramsal Yaklaşımlar   Karmaşık olayları daha iyi yorumlayabilmek için (olguların yalnızca nasıl ortaya çıktıklarını değil , neden ortaya çıktıklarını da bilmek için ) kuramlara ihtiyaç duyarız.   İlk Kuramcılar  Sosyolojinin k ökenini doğuran, Avrupa'da 1789 Fransız Devrimi ile Sanayi Devrimi'nin yarattığı altüst edici değişmeler oldu. Bu s...

İktisat Bilimine Giriş

 İktisat, bireyler ve toplumların dünyadaki kıt kaynakları, sonsuz ihtiya çlarını karşılamak için nasıl dağıttıklarını inceleyen bilim dalıdır.  Yery üzünde sahip olduğumuz kaynakların miktarları sınırlıdır. Petrol rezervi, altın, elma armut, hepsinin miktarı sınırlı ve tükenirdir. Bu yüzden bu kaynakların dağıtılması önemlidir ve bu kaynaklar iktisadın konusunu oluşturur.  Gazetelerde yazılarını okuyup, televizyonlarda izlediğiniz iktisat çıların hemen hemen hepsinin farklı görüşlere sahiptir. Bu, bir sosyal bilim ve politika aracı olarak iktisadın pozitif ve normatif özelliğinden kaynaklanmaktadır.  Pozitif iktisat bir iktisadi olayın ne olduğu, normatif iktisat ise ne olması gerektiği ile ilgilidir. Pozitif iktisat mevcut durumu inceleyip, “ne olduğunu” belirlemeye çalışır, değer yargısı içermez. Örneğin “Türkiye’nin 2011 yılı dış ticaret açığı yüksektir ifadesi bir pozitif iktisat ifadesidir.”. Bu ifadenin doğru olup olmadığını dış ticaret verilerine ...

Helenistik Dönem

  Platon  Asıl adı Aristokles olan Platon, Atina'da eupatrides sınıfına mensup bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Soylu bir genç olarak Platon, her bakımdan kendini geliştirme imkânı bulmuştur. 20'li yaşlarınla Sokrates'le tanışmış ve o ölene dek yanında eğitim görmüştür.  Platon, hocası Sokrates'ten idealizmi öğrenip bunu geliştirdi. Bu düşünceye göre evrendeki varlıkların kökeni fiziksel değil ruhsaldır. Platon bunu mağara örneğiyle açıklar: Bir mağaranın önünde durup arkası güneşe dönük olan kişi, güneşi hiç görmemiştir. Yalnızca önündeki kendi gölgesini görmektedir. Bu kişi duvardaki gölge ve ışığı gerçeğin kendisi sanar. Oysa gerçek Güneş ve kendi bedenidir.  İki ayrı evren ayrımının ardından Platon, bilginin de iki ayrı alanı olduğunu söyler. Fakat gerçekte iki ayrı bilgi yoktur: Bilgi ( episteme ) tektir ve gerçektir. Bu gerçek bilgiye de ancak akıl yoluyla ulaşılabilir. Dolayısıyla duyularla elde edilen bilgiler gerçe...