Ana içeriğe atla

Helenistik Dönem

    1.  Platon

     Asıl adı Aristokles olan Platon, Atina'da eupatrides sınıfına mensup bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Soylu bir genç olarak Platon, her bakımdan kendini geliştirme imkânı bulmuştur. 20'li yaşlarınla Sokrates'le tanışmış ve o ölene dek yanında eğitim görmüştür.

     Platon, hocası Sokrates'ten idealizmi öğrenip bunu geliştirdi. Bu düşünceye göre evrendeki varlıkların kökeni fiziksel değil ruhsaldır. Platon bunu mağara örneğiyle açıklar: Bir mağaranın önünde durup arkası güneşe dönük olan kişi, güneşi hiç görmemiştir. Yalnızca önündeki kendi gölgesini görmektedir. Bu kişi duvardaki gölge ve ışığı gerçeğin kendisi sanar. Oysa gerçek Güneş ve kendi bedenidir.

     İki ayrı evren ayrımının ardından Platon, bilginin de iki ayrı alanı olduğunu söyler. Fakat gerçekte iki ayrı bilgi yoktur: Bilgi (episteme) tektir ve gerçektir. Bu gerçek bilgiye de ancak akıl yoluyla ulaşılabilir. Dolayısıyla duyularla elde edilen bilgiler gerçek bilgi değildir, yani sanrıdır. (doksa)

     Mutluluğun Aracı Olarak Devlet

     Platon için iyi devlet-iyi insan-iyi vatandaş arasında hiçbir fark yoktur. İyi insan zaten iyi bir yurttaştır. İyi yurttaş da iyi bir toplumun -devletin- ürünüdür. Bu noktada özel hayat & kamusal hayat ayrımı yapılmaz ve bu ikisi Platon tarafından bütünleşik görülür. Ona göre toplumsal yaşam yozlaşırsa, bireyler de tek tek yozlaşır. Ve tam tersi de aynen geçerlidir ona göre.

     Platon için devlet, Sofistlerin düşündüğü gibi bir toplumsal sözleşmeden, yani beşeri eylemlerden doğmuş bir kurum değildir. Devlet doğaldır, çünkü toplum doğaldır. Toplumu doğan kılan şey ise bireylerin tek başına yaşayamayacak kadar yetersiz olmasıdır. Dolayısıyla bireyler ister istemez bir araya gelip toplumu oluşturacaktır.

     Platon'a göre iki türlü 'iyi' vardır: Sınırlı iyi ve sınırsız iyi. Sınırlı iyi, az olduğu için onu elde edecek olan insan sayısı da az olacaktır. Herkes aynı anda sınırlı iyilere sahip olamaz. İktidar, para, mal bu tür iyilerdir. Oysa sınırsız iyilere herkes aynı anda ulaşabilir: Akıl, güzellik, erdem, cesaret gibi değerler. Ve bu sınırsız iyilere ancak filozoflar tam anlamıyla ulaşabilir. Devlet de sınırsız iyiye ulaşmada bir araç olduğu için devleti filozoflar yönetirse toplum da sınırsız iyiye ulaşabilir.

     Platon'a göre her insan doğuştan farklı özelliklere sahip olduğu için devlet kademelerinde de bu farklılığa göre yerleştirilmeliydi. Yönetimde herkese eşitlik tanımak (Bkz. Demokrasi) yerine sadece yönetme kabiliyeti olanlara hak tanınmalıydı. Diğer insanlara da kendi yeteneklerine göre işler verilmeliydi.
     Fakat bu devlette yöneticiler iktidar gücünü kişisel çıkarların için kullanacak kişilerden değil, toplumu hakikate ve sınırsız iyiye götürmeyi amaçlayan kişilerden seçilmeliydi. (Bkz. Elitizm) Bu amacı da en çok filozoflar taşırdı. Bu sebeple yönetim, filozoflara bırakılmalıydı.

     3 sınıftan oluşan bu toplumda filozoflar hakikate, askerler cesarete sahiptir fakat üreticilerin erdemli bir değeri yoktur. Onlar dünya mallarına haz duyar. Erdemleri olmamakla birlikte, devletin ihtiyaçlarını karşılamak için zaruri olarak bulunmaları gerekir. Bunun dışında, devleti katkısı bulunmayan hatta devlete muhtaç hâlde olan özürlü kişilerin toplumdan arındırılması gerekir.

    Platon için 3 ana erdem vardı: Akıl, cesaret ve arzu. Akıl yöneticiler ve filozoflar içindir, cesaret askerler içindir, arzu ise üretim yapan kişiler içindir. (“Aynı zamanda son grup, dünya mallarına arzu duydukları için üretim yaparlar.” der.)

     İdeal Devlet ve Adalet

     İdeal devlet hem otarşik bir yapıda olmalı, hem de devrimlere karşı durmalıdır. Ayrıca nüfus belli bir seviyeyi aşmamalı, böylece polis her zaman kent devleti biçminde kalmalı ve büyümemelidir.

     Platon'un adalet anlayışı hukuktan ziyade  toplumsal rollerin adaletidir. Bu rol dağılımı eşitlikçi değildir. Aksine ona göre bir insan için asıl adil olan şey, kişinin kendi karakterine uygun işlere yerleştirilmesidir. Bu anlayışa göre ayağı baş, başı da ayak yaparsan gerçek adalete aykırı davranmış oluruz.
     3 cevher yalanı denilen bu fikre göre her bireyin mayasında 3 farklı metal bulunur: Altın, gümüş ve bronz. Episteme'nin bilincinde olan ve idealar dünyasını anlayabilen bilgelik erdemine sahip filozofların mayasında altın, devleti korumakla yükümlü olan ve cesaret erdemine sahip askerlerin mayasında gümüş, üretim yapan -ve dünya mallarına düşkün olan-, ölçülülük erdemine sahip olan çiftçilerin ve tüccarların mayasında ise bronz bulunur. Dolayısıyla ideal devleti ayakta tutacak olan şey, her bireyin kendi mayasındaki erdeme göre hareket etmesidir ve adaletli olan da budur.
     Ayrıca demokrasi, liyakâte sebep olur: Demokratik yöneticiler, kişisel çıkarlarını kamu yararlarının önüne geçirir. Hem de yöneticiler çoğunlukla iktidar gücünü istismar eder.

    Ayrıca Peliponezya Savaşı'nda demokratların aristokratlara yenilmesini de demokrasinin zayıflığına bağlamıştır.

     Gücün istismar edilmemesi için yöneticilerin eğitimli, bilgeli ve erdemli olması gerektiğini söyler. Aynı zamanda yöneticiler için özel mülkiyetin kaldırılması gerektiğini düşünür. Mal edinemeyecek olan bir yönetici, bu sayede rüşvet de yiyemeyecek ve geçim derdi de olmayacağı için yalnızca devlet işleriyle ilgilenebilecektir.

     Platon ayrıca yönetici sınıfın evlilik kurmasına karşı çıkar. Yönetici ve asker sınıfının periyodik olarak çiftleşip dünyaya getirilen sağlıklı -sakat bebekler ölüme terk edilmeliydi- bebekler devlet tarafından büyütülmeli ve ilerde kişilik özelliklerine göre yönetici veya asker olmak üzere tekrar ayrılmalıydılar. Hiçbir ailesi veya akrabası bulunmayan bu insanlar, adam kayırma yapamayacaklar ve herkese daha eşit davranacaklardır.
     Kadınlar o zamana dek erkek tarafından mal gibi kullanıldığı ve kadınların hiçbir hakları olmadığı için, onlara cinsel özgürlük verilmesi gerektiğini düşünür. Hem bireyler gönüllerince cinsellik yaşayabileceği için, tutkulu aşklar da doğmayacaktır. Bu sayede tutkuyla bağlı olacakları kurum kent devleti olacaktır.
     Doğacak çocukların anne-babası ise tamamen önemsizdir. Çünkü anne-babaları kent devleti olacaktır: Kent devletindeki tüm yetişkinler, yine tüm çocuklara anne-babalık yapacaktır. Böylece kent devleti dev bir aile gibi işleyecektir.
     Çocuklara sanat öğretilmelidir fakat bu sanatın içeriği, yalnızca erdemleri öğretici nitelikte olmalıdır. Ölçüsüzlük veya tanrıları kötü göstermek gibi temalar yasaklanmalıdır.

    1. Aristoteles

      Atina'ya 17 yaşında gelip Platon'un kurduğu akademide eğitime başlayan Aristo, Atina'da 40 yıl yaşamasına rağmen Atina vatandaşlığı elde edememiştir. Hayatı boyunca birbirinden çeşitli bilim dallarında eğitim almıştır. Kendisinden sonraki pek çok akımı derinden etkilemiştir. İslâm felsefesinde de Muâllim-î Evvel lâkabı verilmiştir.
     Büyük İskender'e hocalık yapmıştır. Kendisi kent devletini ideal devlet olarak görür fakat Büyük İskender imparatorluğu ideal devlet olarak görmüştür.

     Devlet Anlayışı
     Aristo'nun öngördüğü ideal devlet, bir aristokratik zümre tarafından yönetilen, herkesin birbirini tanıdığı ve yüz yüze ilişkilerin gelişmiş olduğu küçük bir kent devletidir. Bu devlet kendi kendine yetebilmelidir.

     Aristo'ya göre yöneten ile yönetilen arasındaki ilişki doğal olarak vardır ve kaçınılmazdır. Köle-efendi, karı-koca, çocuk-ebeveyn, evcil hayvan-insan... Bun çiftler birbirini tamamlamak için yaratılmıştır. Çünkü birinin diğeri üzerindeki yönetimi aslında her ikisinin de çıkarınadır. Örneğin inan evcil hayvanı besler ve korur. Hayvan da insanı mutlu eder. Bundan hareketle Aristo, köleliği savunmuştur.

     Aristo, rızaya dayalı ve zorbalığa dayalı yönelim biçimlerinden rızaya dayalı olanı savunur. Rızanın gerçekleşmesi için yöntemle yönetilenler arasında mutabakat olmalıdır. (Bu fikri anayasal hareketleri de etkilemiştir.) ancak yöneten kesimin özel olarak yetiştirilmiş elit bireylerden oluşmasını önerir.

     Hocasından farklı olarak aile ve özel mülkiyeti savunur. Bunları korumak da devletin görevidir. Ve rejim ne pahasına olursa olsun korunmalıdır. Bunun için de önce vatandaşlar eğitilmelidir. Böyleye eğitilen vatandaşlar devlete de sadık olurlar.

    Etik ve siyaset

     Aristo, etik ve siyaseti pratik bilimler içerisinde saymıştır. Siyaset de tüm bilimler içerisinde en yüksek karar verici bir bilimdir.
     Siyasetin amacı diğer tüm bilimlerin amacını kapsar. Bu amaç insan için iyi olana ulaşmaktır. Ayrıca siyaset kent devleti için -dolayısıyla birey için de- en iyiyi amaçlar. Birey için en iyinin ne olduğunu amaçlayan etik de bu yüzden siyasetin bir parçasıdır.

     Bir başka ilke yaşamın en iyiye doğru yönelmiş olmasıdır. Erdemli/iyi yaşamın ne olduğu sorusu en iyi nedir sorusunun cevabını vermekle mümkündür.
    İyi olan üç temel özelliğe sahiptir:
    • Başka bir amaç için istenen bir şey değildir.
    • Başka hiçbir iyinin aracı değildir
    • Diğer her şey onun için istenir
    =Mutluluk
    Burada mutluluktan kasıt insanın kendi kendini gerçekleştirmesini, kendine yeterli olmasını, Kendi ayakları üzerinde durabilmeyi, kendi özgürlüğünü sağlama, kendi yaşamımız üzerinde söz sahibi olma, kendi kaderini belirleyebilmeyi ifade eder.


     Hukuk ve Adalet

     Aristo hukukun üstünlüğüne çok önem verir.

     İyi rejimleri 3 gruba ayırır: Monarşi, aristokrasi ve polity. Bu rejimler yozlaşırsa monarşinin tiranlığa, aristokrasinin oligarşiye, polity'nin de demokrasiye dönüşeceğini söyler.


    1. Pisagor

      Pisagor toplumu bir vücuda benzetir ve organik toplum yapısını savunur. Bu konuda insan yapısının 3 ana parça olduğunu belirtir: Akıl (bilgelik), ruh (cesaret) ve maddi ihtiyaçlardır. Toplum da böyledir; akıllı kişiler toplumu idare etmeli, cesaretli kişiler asker olmalı, toplumun maddi ihtiyaçlarını ise halk karşılamalıydı.

     Toplumda adaletin gerçekleşmesi için, bu sınıfların kendi arasında değil kendi içinde eşitliği olmalıdır. Yani yöneticiler kendi arasında, askerler kendi arasında, halk da kendi arasında eşittir.
     Bu hiyerarşik eşitsizlik anlayışı, reenkarnasyon inancında kendine dayanak bulur. Pisagor'a göre ruhlar bu dünyada iyi eylemlerde bulunup erdemli olmak için çabalarsa sonraki hayatında bir üst sınıfa uygun karakterli ve yetenekli bir şekilde doğacaktır. Eğer kötü eylemlerde bulunduysa daha aşağı bir sınıfa uygun olarak, hatta bitki ve hayvanlar aleminde doğacaktır. Pisagor bu yüzden insanlara aşırılıktan kaçınıp ölçülü olmayı öğütler.

    1.  Heraklitos

      Evrende ve doğada değişmez bir düzenin bulunmadığını, evrende değişmeyen tek şeyin değişme hâlinin kendisi olduğunu söyler.

     Heraklitos, aristokratik düşünceyi desteklemiştir. Buna göre, değişmezliği sağlayan içkin birlik evrende egemen olan yasadır, düzendir, sözdür. Yani genel uyumu sağlayan evrensel akıldır: Logos. Dolayısıyla evrene düzen veren şey logos olduğuna göre, polislerde ve toplumda düzeni sağlayan yasalar da logostan kaynaklanır.
     Aristokratların toplumdaki egemen konumlarını soy, katılım bağıyla açıklayan mitolojik düşünceye karşılık Heraklitos bu egemenliği onların akıl üstünlüğüne, bilgeliğine, logosa sahip olma yetilerine bağlar.



     HELEN DÜŞÜNCESİ

      M.Ö. 330'lu yıllarda Yunan kentleri tek tek Makedonya Kralı III. Aleksandros tarafından ele geçirildi. Bu tarihten itibaren Yunanistan üzerinde Helenizm etkisi başladı. Yunanlıların üstün ırk olduğu, yabancı ve kölelerin ise düşük insan olduğu anlayışı, yerini tüm insanların eşit olduğu bir anlayışa bırakmaya başladı. Bu dönemde ortaya çıkan Stoa Okulu da devletin bireyden üstün olmadığını, en üstün şeyin akıl -Logos- olduğunu ve kim olursa olsun, akla uygun davranan herkesin mutlu olabileceğini söyler.

     Yıllar ilerledikçe kent devletleri kendi kendine yetemez hâle gelmiştir. Bunun üzerine ekonomi gittikçe gelişmiş, kentler arası işbirliği ister istemez artmıştır. Bunula birlikte, Persler başta olmak üzere dış tehditlere karşı ittifak oluşturma eğilimi de kentleri gittikçe birleştirmeye başlamıştır.

     Yunanistan'ın M.Ö. 27'de Roma Cumhuriyeti'ne bağlanmasından sonra Antik Yunan devri kapanmıştır. Devlet ve kent merkezli vatandaşlık anlayışı da yerini bireyciliğe, dünya vatandaşlığına (cosmopolite) bırakmaya başlamıştır.


    1.  Kinikler (Sinikler)

     Sokrates'in öğrencisi olan Antisten, insanın kendi kendisine yetmesini savunan felsefi bir okul kurdu. Diyojen de bu okula katıldı. Bu okula katılanların çoğunluğunu Antik Yunan'da ikinci sınıf konumunda bulunan, fakir insanlar oluşturdu. Her insanı potansiyel bir bilge olarak gördüler. Medeniyetin sağladığı imkânlar olmadan da yaşanabileceğini halk ve zengin kesime göstermek için çalıştılar. Şöhret lüks, soyluluk gibi değerlerin önemsiz olduğunu, mütevazi ve tasarruflu bir hayatın yaşanması gerektiğini savundular. O kadar ki Diyojen sokaklarda çıplak ayakla yürür, mal mülk edinmezdi. Hatta bir fıçı içinde, sokak hayvanlarıyla birlikte yaşamıştır. (Halk da onlara kinik = köpeksi ismini verdi)

     Kiniklere göre bilge insan, devletin sınırları içine sığmayan, tüm dünyaya adapte olan kişidir. Aynı zamanda tek bir kültüre, millete, lisana hapsolmuş değil tüm dünya birikimlerine sahip olmaya çalışmak erdemliliktir. Bu bakımdan bireyin belli bir ülkesi, şehri olmamalıdır. Ayrıca tüm insanlar eşittir; köle ile efendi, Helen uyruklular ile yabancı uyruklular, zengin ile fakir... Bunlar arasında hiçbir üstünlük yoktur.

     Bu düşünceleriyle kinikler, kent devletine bağlı yaşamakla erdemli olunacağını değil, onun sınırlarını aşarak özgür olunca erdemli olunacağını savunmuşlardır.

    1.  Epikürcüler

     Ekipür tarafından geliştirilmiştir. Ona göre insan, tabiatı itibarıyla acıdan, üzüntüden, kaygıdan kaçıp neşe ve haz peşinde koşar. Bu yüzden bireyin temel amacı da mutluluk ve hazza ulaşmaktır. Fakat bu mutluluk ve haz materyalist özellikler taşır; maddi hazlar önemlidir.

     İnsan, dinsel kaygı ve sınırlamalardan, korkulardan uzak durmalıdır. Çünkü insanlar, sebebini açıklayamadıkları doğa olaylarını din ile açıklarlar. Örneğin fırtınalar veya depremler, tanrıların öfkesiyle açıklanmaktadır. Bu durum da insanı korkutur ve kısıtlar. Dolayısıyla Epükürcülerde doğayı kavramak ve doğa yasaları ortaya çıkartmak çok önemlidir. Doğa kavranınca, korkulardan uzaklaşılacak ve mutlu olunacaktır.

     Doğa araştırmalarına başlayan Epikür'e göre evren boşluk ve atomlardan oluşur. Ve bu atomlar boşluk içinde sürekli bir devinim hâlindedir. Ayrıca doğadaki değişimlerin sebebi, atomların yok olup yeni atomların ortaya çıkması değil, mevcut atomların kendi aralarında gerçekleştirdiği geçişler sonucu oluşan kombinasyonlardır.


     Episteme ve Din
     Demokritos ve Leukippos, atomların, bir engelle karşılaşmadıkları sürece dümdüz akıp gittiğini düşünürdü. Fakat Epikür, onlardan farklı olarak atomların sürekli olarak farklı farklı yönlere hareket ettiğini söyler. Ve buna bağlı olarak da kaderi açıklar: “Bazı olaylar tanrının belirlediği değişmez yazgıyla, bazıları kontrol dışı gerçekleşen rastlantılarla, bazıları da bizim irademizle gerçekleşir.” Böylece insanların özgür istence sahip oluşu, doğa felsefesiyle temellendirilir.

     Epikür, bilgi konusunda duyumcudur. Yani, bilginin ancak duyular ile elde edilebileceğini düşünür. Bununla birlikte, duyulardan elde edilen bilginin ispata ihtiyacı olabileceğini de söyler.

     Bilgi konusunu dinle ilişkilendirerek açıklayan Epikür, materyalist bir birey olduğu için efsanelere, dinî mucizelere ve doğa olaylarının olağanüstü sebeplerle açıklanmasına karşı çıkar.
     İnsanın, erdemli ve dingin bir hayata ulaşabilmesi için korkularından arınması gerektiğini, bu yüzden de korkutucu ve asılsız bilgiden (dinden) kaçınıp, sarsılmaz olan hakiki bilgiye (materyalizme) erişmek gerektiğini söyler.

    Ölümden sonraki hayatı ve ilâhî yargılanmayı reddeder. Ruhun da tıpkı beden gibi ölümlü olduğunu düşünür. “Ölüm bizim için hiçbir şeydir, bu fikre alış.” der Epikür. Zira acılar ve hazlar ancak duyular ile algılanabilir. Öldüğümüzde ise duyularımız da yok olacağı için acı ve hazları algılayamayız. Bu nedenle ölümden kaygılanmak gereksizdir diye düşünür.

     Ona göre Septikler de din kaynaklı bilgiyi reddeder ama diğer yandan duyularla elde edilen bilgiye de şüpheyle yaklaşır; fakat bu duyuları sorgulamanın doğurduğu şüphecilik insanı tümden korkuya, güvensizliğe ve kararsızlığa götürür. Dolayısıyla septiklerin yöntemi, bireyi erdemli ve dingin hayata ulaştıramaz.

     Duyulara önem veren Epikür, episteme konusunda akla da önem verir. Ona göre duyuların bilgisi her zaman doğru olmayabileceği için, doğru bilgi ile yanlış bilgiyi ancak akıl ayırt edebilir. Dolayısıyla ona göre bilgi önce duyularımızla algılanmalı, ardından da akıl süzgecimizden geçmelidir.

     Mutluluk ve İyi
     Epikür, hedonizmi andıran bir biçimde, mutluluğun ve iyiliğin ölçütü olarak haz ile acı kavramlarını temel alır. Fakat bu kavramları Hedonistler ‘zevk, eğlence ve neşeye ulaşma’ hedefini açıklamakta kullanırken Epikürcüler bunu ‘beden sağlığı ile ruhsal dinginliğe ulaşmak’ hedefini açıklamakta kullanır.

     Haz, basitçe acı veren şeylerden kaçıp dinginliğe ulaşmak anlamına gelir. Acı ise biyolojik açıdan açlık, susuzluk, üşümek, hastalanmak gibi durumlardır;  manevî açıdan ise ruhsal gerginlikler, depresyon, korku, endişe, kaygı hâlinde bulunmak anlamına gelir.

     Epikür, arzuları üçe ayırır:
    • Doğal ve zorunlu: Hayatta kalacak ölçüde beslenmek, barınma, sağlıklı olmak...
    • Doğal ama zorun olmayan: Ekstra beslenmek, cinsel faaliyetler…
    • Ne doğal ne de zorunlu: Mal mülk edinmek, şöhret, ihtişam, lüks…

     Devlet
      İnsan doğası gereği bencildir Epikür'e göre. Ve bir insanın bencilliği ancak bir başka insanın bencilliği ile dengelenebilir. Bu bakımdan bencil olmak, başkalarını dert etmemek bir yaşam biçimi hâline getirilmelidir. Fakat bu dengeyi ancak devlet koruyabilir. Bu anlayışa göre bireylerin bencilliği, diğer insanlara zarar verici bir nitelik kazanmasın diye devlet var olmalıdır. Yalnızca bu koruma vazifesini yerine getirmeli, başka bir iş yapmamalıdır.

    Epikür, siyasal yaşama katılan bireylerin ruhsal dinginlikten uzak bir hayata mahkûm olacağını, dolayısıyla asla tam anlamıyla mutlu olamayacağını düşünür.

     Epikür'ün devletten en büyük beklentisi, bireylerin güven içinde yaşanmasının garanti altına alınmasıdır.

    Dostluk
     Epikür'e göre erdemli bir yaşam için gerekenler bir diğeri de dostluktur. Esasen toplumun genelinden uzak yaşanılmalıdır ancak bunun yanıda kişisel dostluklar da kurulmalıdır. Ona göre bilge kişi, dostu için her türlü riski ve acıyı göze alabilmelidir.

     Fakat bu dostluk anlayışı bir tür elitist bilgeler topluluğuna dayanır. Yani yalnızca gerçekten bilge ve erdemli olan bireylerin, böyle sağlam dostluklar kurabileceğine inanılır.

    1.  Stoacılar
     Kıbrıslı Zenon tarafından kurulmuştur. Diğer akımlar içinde insanı en fazla yücelten akım stoacılıktır.

    Din
    Stoacılar, o dönemde yaygın olan politeist anlayışa karşın tek tanrı inancını yaygınlaştırmışlardır. Onlara göre birden çok sanılan tanrıların hepsi aslında tek bir tanrıydı. Bu tanrılar aslında aynı tanrının farklı özelliklerinin yansımasından ibaretti. Örneğin Zeus, bu tek tanrının yaratıcılığını; Hera sevgisini, Ares savaşçılığını yansıtıyordu.



     Stoacılar tüm evrenin kutsal bir otorite tarafından yönetildiğini düşünür. Ve bu otorite bir külli iradeye sahiptir. Bu iradesini de insanlara yüklemiştir. Bu yüzden tüm canlılar normal iken, bir akla sahip olan insan, tanrısal bir yaratıktır. Hayvanlar, içgüdüleri ile hayatta kalmaya çalışırken insanlar, akılları sayesinde kendini gerçekleştirmeye ve geliştirmeye çalışır. Yine insan, aklı sayesinde doğru yanlışı ayırt eder.

     Evreni yöneten iradenin tüm insanlara aynı aklı verdiği düşünülür. Bu yüzden de tüm insanlar eşittir. Stoacılar, bu yüzden köleliğe karşı çıkar.

    Stoaclılara göre tüm evren tek bir akla göre işlemektedir. Dolayısıyla bu akıldan kaynaklanan evrensel bir hukuk vardır ve bu hukuk her yerde aynı şekilde işlemektedir. Bu hukuka 'doğal hukuk' demişlerdir.
     Buradan hareketle Stoacılar, yerel hukukun ve vatandaşlığın yanında bir de dünya vatandaşlığı anlayışını getirdiler. Çünkü insanlar doğaları gereği aynı oldukları ve aynı akılla yönetildikleri için, aynı devletle de yönetilebilirlerdi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Devlet Kavramının Tanımı ve Devletin Rolü

  DEVLET NEDİR?    Sınırları belirlenmiş toprak b ütünlüğü içinde egemen h ükümet yetkisi tesis etmiş, otoritesini kurumlar aracılığıyla uygulayan siyasî birliktir.  Devletin b ölgesi t üm beşer î faaliyetlerin üstüne d üşer . Sosyal refah, iç d üzen , halk sağlığı için uğraşır, bundan meşruiyet kazanır. Kural koyar, d üzenler , yetkilendirir, yasaklar...  Temel soru ise neler devlet kontrolüne bırakılmalı, neler bireye bırakılmalıdır? Bu sorunun nesnel bir cevabı yoktur. Fakat denilebilir ki yalnızca bireyi ilgilendiren konular bireye, birden fazla kişiyi etkileyen konular devlete bırakılmalıdır.  1) İdealist Perspektif  Hegel'in felsefesinde hayat bulur. Ona göre toplumsal varoluşun 3 unsuru vardı: Aile, sivil toplum ve devlet. Aile, insanların kendi çıkarlarına ve çocuklarının iyiliğine önem veren bir diğerkâmlığa sahipti. Buna karşın sivil toplum, bireylerin kendi çıkarlarını başkalarının çıkarlarının önüne koyduğu 'evrense...

İdeolojiler | Liberalizm, muhafazakârlık, sosyalizm, marksizm

İdeoloji, en ihtilâflı kavramlardan biridir. Bugün ideoloji kavramı bir tanım olup geçmişte olumsuz bir anlam taşımaktaydı. Bu kavram ilk olarak Destutt de Tracy tarafından kullanıldı. Tracy için bu kavram, bilimsel bir disiplindir. Doğru ile yanlışı, hurafe ile bilimsel olanı ayırmaya dönük bir fikirler bilimidir ideoloji. Tracy'nin amacı ideolojiyi, biyoloji veya zooloji gibi bilimlerle aynı statüye eriştirmekti.  İdeoloji kavramına Tracy'den sonra Marx tarafından yeni bir anlam yüklendi. Marx'a göre ideoloji, yöneten sınıfın sömürmesine yardımcı olan fikirlerdi. Bu fikirlerin özelliği, alt sınıfları yanıltabilmesiydi. (Alt sınıflar yanıldığı zaman da sistem devam ediyordu.)  İdeoloji kavramına alternatif açıklamalar liberaller ve muhafazakârlar tarafından da getirildi. İki dünya savaşı arası dönemde ortaya totaliter rejimlerin çıkması, Karl Popper , Jacob Talmon , Hannah Arendt gibi yazarları, ideolojiyi boyun eğmeye yarayan sosyal denetim aygıtı g...

Antik Yunan Siyasal Düşüncesi

Bug ü nk ü modern siyasetteki pek ç ok kavram ve kurum temellerini Antik Yunan'dan alır. Anayasa, hukukun ü st ü nl üğü , demokrasi, meclis, m ü lkiyet gibi kavram ve kurumlar bunlardan baz ı lar ı d ı r. Antik d ö nem Doğu siyas î d üşü ncelerinde ise Tanr ı -Kral anlay ışı hakimdir. Y ö netim i ş inin ve y ö neticilerin kutsal ve tanr ı sal oldu ğ u kabul edilir. Bu y ü zden vatanda ş lar ı n pasif bir bi ç imde y ö netime itaat etmesi beklenirdi. Oysa Antik Yunan'da vatandaşların bir kısmının katılımıyla y ö netim ger ç ekle ş irdi.  Diğer medeniyetlerde d üşü nce evren ve do ğ a ç evresinde ş ekillenirken Antik Yunan'da filozofların etkisiyle insan ve toplum ç evresinde ş ekillenmeye ba ş lad ı .   Antik d önemlerde Hellas adıyla anılan yarımada, oldukça dağlık bir b ölgedir . Ve verimli tarım alanları çok azdır. Bu verimsiz topraklar Yunanları denizciliğe ve koloniciliğe y önlendir mişt i r.  Bu coğrafyaya ilk önce Minos uygarlığı (M.Ö. 2600-...

Demokrasi | Modeller, yaklaşımlar

 DEMOKRASİYİ TANIMLAMAK  Demokrasi kelimesi Antik Yunan'da ortaya çıkmıştır; 'demos' kelimesi halk, 'krasi' de yönetim anlamına geliyordu. Yani halkın yönetimi. Fakat bu kavrama çeşitli anlamlar da yüklenmiştir: Fakirler, avantajsız olanlar Profesyonel siyasetçilere ihtiyaç duyulmaksızın, halkın kendi kendisini doğrudan yönetmesi, Çoğunluk yönetimine dayanma Çoğunluğun, azıkların haklarını koruyarak iktidarı kontrol etmesi Sosyal eşitsizlikleri azaltmayı amaçlayan refah sistemi  A) Halk kimlerden oluşur?  Demokrasinin temel özelliklerinden biri siyasî eşitlik tir. Yani yönetime herkesin katılması gerekir. Ama uygulamada böyle olmaz, siyasî katılıma sınırlama getirilir. Örneğin Antik Yunan'da siyasete yalnızca +20 yaşındaki özgür Yunan erkekleri katılabiliyordu. Birleşik Krallık'ta 1928 yılına kadar, İsviçre'de 1971'e kadar kadınların seçme hakkı yoktu. 1960'lara kadar ABD'de Afroamerikanların oy hak...

Roma döneminde siyasal düşünce

Roma, MÖ. 8. Yüzyıl'dan 6. Yüzyıl'a dek Etrüsk kökenli krallar tarafından yönetildi. M.Ö. 509'da son kral Tarquinius Superbus tahttan indirildi ve ardından cumhuriyet rejimi kuruldu.  Krallık döneminde Comitia Curiata adında bir meclis kurulmuştur. Bu meclisin kral olarak seçtiği kişinin hükümdarlığını ilân etmesinin ardından yeni kral başrahiplik, başkomutanlık ve başyargıçlık gibi görevleri üstlenmiştir. Bu yetkilerin bütününe imperium denirdi.  Krallığın yıkılıp cumhuriyetin kurulmasının ardından Comitia Curiata meclisini önemini zamanla kaybetmeye başladı. Bunun yerine askerlerce oluşturulan Comitia Centuriata isimli yeni bir meclis öne çıkmaya başladı.  Toplum  Roma toplumu, başlangıçta hayvancılıkla geçinene kabilelerden meydana geliyordu. Bir zaman sonra, tüm kabilelerin reisleri aristokrat bir sınıf oluşturmaya başladı. Zaman içinde bu reislerin aileleri ve soyları bir bütün halinde patrici sınıfını oluşturdu. Ayrıca, bu kabilelerin tama...

Sosyolojiye Giriş

Sosyoloji, insanın toplum yaşamının ve toplumların bilimsel incelemesidir. Sosyolojik araştırmalar, sokakta karşılaşan farklı bireyler arasındaki ilişkilerden k üresel sosyal işleyişlere kadar geniş bir alana yayılmıştır. Ve bu araştırmaları yapmak için sosyolojik bakış açısı gereklidir.  Sosyolojik bakış açısı olaylara daha geniş bir açıyla bakmayı ifade eder. Bunun için de sosyolojik imgelem e ihtiyaç duyarız. Charles Wright Mills'in bu sözüne göre sosyolojik imgelem, insanı gündelik hayatın sıradanlığından kurtarır. Böylece olaylara daha geniş açıdan bakarak olayları daha iyi yorumlarız.   Kuramlar ve Kuramsal Yaklaşımlar   Karmaşık olayları daha iyi yorumlayabilmek için (olguların yalnızca nasıl ortaya çıktıklarını değil , neden ortaya çıktıklarını da bilmek için ) kuramlara ihtiyaç duyarız.   İlk Kuramcılar  Sosyolojinin k ökenini doğuran, Avrupa'da 1789 Fransız Devrimi ile Sanayi Devrimi'nin yarattığı altüst edici değişmeler oldu. Bu s...

İktisat Bilimine Giriş

 İktisat, bireyler ve toplumların dünyadaki kıt kaynakları, sonsuz ihtiya çlarını karşılamak için nasıl dağıttıklarını inceleyen bilim dalıdır.  Yery üzünde sahip olduğumuz kaynakların miktarları sınırlıdır. Petrol rezervi, altın, elma armut, hepsinin miktarı sınırlı ve tükenirdir. Bu yüzden bu kaynakların dağıtılması önemlidir ve bu kaynaklar iktisadın konusunu oluşturur.  Gazetelerde yazılarını okuyup, televizyonlarda izlediğiniz iktisat çıların hemen hemen hepsinin farklı görüşlere sahiptir. Bu, bir sosyal bilim ve politika aracı olarak iktisadın pozitif ve normatif özelliğinden kaynaklanmaktadır.  Pozitif iktisat bir iktisadi olayın ne olduğu, normatif iktisat ise ne olması gerektiği ile ilgilidir. Pozitif iktisat mevcut durumu inceleyip, “ne olduğunu” belirlemeye çalışır, değer yargısı içermez. Örneğin “Türkiye’nin 2011 yılı dış ticaret açığı yüksektir ifadesi bir pozitif iktisat ifadesidir.”. Bu ifadenin doğru olup olmadığını dış ticaret verilerine ...

Siyaset/Politika Nedir?

 Siyaset, en geniş anlamıyla insanların hayatını düzenleyen genel kuralları yapmak, korumak ve değiştirmek için gerçekleştirdikleri faaliyetlerdir. Ancak akademik olarak, devlet yönetimiyle ilgili işleri ilgilendiren her türlü eylem olduğu düşünülebilir. Siyaset kelimesi Arap çadan Türkçeye ge çen bir kelime olup bu dil de 'seyis' kelimesinden türemiştir. Siyaset kelimesi daha sonra şehirlerin ve insanların yönetimi anlamında kullanılmıştır. Bugün ise Batı dillerinden bize geçen 'politika' kelimesiyle eş anlamlıdır. Politika ise Eski Yunan’daki şehir devletlerinin yönetilmesi anlamında kullanılıyordu. ' Zoon Politikon '  "İnsan sosyal bir hayvandır." Aristo bu sözü toplu halde yaşamanın insanın doğasından gelen bir özellik olduğunu belirtmek için söylemiştir. Aristo'ya g öre bir insanın toplum dışında yaşayabilmesi için ya bir tanrı ya da bir canavar olması gerekir . Bu görüşe göre insan, doğal bir i çgüdüyle birlikte yaşamaya eğ...