- Platon
- Aristoteles
- Başka bir amaç için istenen bir şey değildir.
- Başka hiçbir iyinin aracı değildir
- Diğer her şey onun için istenir
- Pisagor
- Heraklitos
- Kinikler (Sinikler)
- Epikürcüler
- Doğal ve zorunlu: Hayatta kalacak ölçüde beslenmek, barınma, sağlıklı olmak...
- Doğal ama zorun olmayan: Ekstra beslenmek, cinsel faaliyetler…
- Ne doğal ne de zorunlu: Mal mülk edinmek, şöhret, ihtişam, lüks…
- Stoacılar
Asıl adı Aristokles olan Platon, Atina'da eupatrides sınıfına mensup bir ailenin çocuğu
olarak dünyaya geldi. Soylu bir genç olarak Platon, her bakımdan kendini
geliştirme imkânı bulmuştur. 20'li yaşlarınla Sokrates'le tanışmış ve o ölene
dek yanında eğitim görmüştür.
Platon, hocası Sokrates'ten idealizmi öğrenip
bunu geliştirdi. Bu düşünceye göre evrendeki varlıkların kökeni fiziksel değil
ruhsaldır. Platon bunu mağara örneğiyle açıklar: Bir mağaranın önünde durup
arkası güneşe dönük olan kişi, güneşi hiç görmemiştir. Yalnızca önündeki kendi
gölgesini görmektedir. Bu kişi duvardaki gölge ve ışığı gerçeğin kendisi
sanar. Oysa gerçek Güneş ve kendi bedenidir.
İki ayrı evren ayrımının ardından Platon,
bilginin de iki ayrı alanı olduğunu söyler. Fakat gerçekte iki ayrı bilgi
yoktur: Bilgi (episteme) tektir ve
gerçektir. Bu gerçek bilgiye de ancak akıl yoluyla ulaşılabilir. Dolayısıyla
duyularla elde edilen bilgiler gerçek bilgi değildir, yani sanrıdır. (doksa)
Mutluluğun
Aracı Olarak Devlet
Platon
için iyi devlet-iyi insan-iyi vatandaş arasında hiçbir fark yoktur. İyi insan
zaten iyi bir yurttaştır. İyi yurttaş da iyi bir toplumun -devletin- ürünüdür.
Bu noktada özel hayat & kamusal hayat ayrımı yapılmaz ve bu ikisi Platon
tarafından bütünleşik görülür. Ona göre toplumsal yaşam yozlaşırsa, bireyler
de tek tek yozlaşır. Ve tam tersi de aynen geçerlidir ona göre.
Platon için devlet, Sofistlerin düşündüğü
gibi bir toplumsal sözleşmeden, yani beşeri eylemlerden doğmuş bir kurum
değildir. Devlet doğaldır, çünkü toplum doğaldır. Toplumu doğan kılan şey ise
bireylerin tek başına yaşayamayacak kadar yetersiz olmasıdır. Dolayısıyla
bireyler ister istemez bir araya gelip toplumu oluşturacaktır.
Platon'a göre iki türlü 'iyi' vardır: Sınırlı
iyi ve sınırsız iyi. Sınırlı iyi, az olduğu için onu elde edecek olan insan
sayısı da az olacaktır. Herkes aynı anda sınırlı iyilere sahip olamaz.
İktidar, para, mal bu tür iyilerdir. Oysa sınırsız iyilere herkes aynı anda
ulaşabilir: Akıl, güzellik, erdem, cesaret gibi değerler. Ve bu sınırsız
iyilere ancak filozoflar tam anlamıyla ulaşabilir. Devlet de sınırsız iyiye
ulaşmada bir araç olduğu için devleti filozoflar yönetirse toplum da sınırsız
iyiye ulaşabilir.
Platon'a göre her insan doğuştan farklı
özelliklere sahip olduğu için devlet kademelerinde de bu farklılığa göre
yerleştirilmeliydi. Yönetimde herkese eşitlik tanımak (Bkz. Demokrasi) yerine sadece yönetme kabiliyeti olanlara hak
tanınmalıydı. Diğer insanlara da kendi yeteneklerine göre işler verilmeliydi.
Fakat bu devlette yöneticiler iktidar gücünü
kişisel çıkarların için kullanacak kişilerden değil, toplumu hakikate ve
sınırsız iyiye götürmeyi amaçlayan kişilerden seçilmeliydi. (Bkz. Elitizm) Bu amacı da en çok filozoflar
taşırdı. Bu sebeple yönetim, filozoflara bırakılmalıydı.
3 sınıftan oluşan bu toplumda filozoflar
hakikate, askerler cesarete sahiptir fakat üreticilerin erdemli bir değeri
yoktur. Onlar dünya mallarına haz duyar. Erdemleri olmamakla birlikte,
devletin ihtiyaçlarını karşılamak için zaruri olarak bulunmaları gerekir.
Bunun dışında, devleti katkısı bulunmayan hatta devlete muhtaç hâlde olan
özürlü kişilerin toplumdan arındırılması gerekir.
Platon için 3 ana
erdem vardı: Akıl, cesaret ve arzu. Akıl yöneticiler ve filozoflar içindir,
cesaret askerler içindir, arzu ise üretim yapan kişiler içindir. (“Aynı
zamanda son grup, dünya mallarına arzu duydukları için üretim yaparlar.” der.)
İdeal Devlet
ve Adalet
İdeal devlet hem otarşik bir yapıda olmalı,
hem de devrimlere karşı durmalıdır. Ayrıca nüfus belli bir seviyeyi aşmamalı,
böylece polis her zaman kent devleti biçminde kalmalı ve büyümemelidir.
Platon'un adalet anlayışı hukuktan
ziyade toplumsal rollerin adaletidir.
Bu rol dağılımı eşitlikçi değildir. Aksine ona göre bir insan için asıl adil
olan şey, kişinin kendi karakterine uygun işlere yerleştirilmesidir. Bu
anlayışa göre ayağı baş, başı da ayak yaparsan gerçek adalete aykırı davranmış
oluruz.
3 cevher yalanı denilen bu fikre göre her
bireyin mayasında 3 farklı metal bulunur: Altın, gümüş ve bronz. Episteme'nin
bilincinde olan ve idealar dünyasını anlayabilen bilgelik erdemine sahip
filozofların mayasında altın, devleti korumakla yükümlü olan ve cesaret
erdemine sahip askerlerin mayasında gümüş, üretim yapan -ve dünya mallarına
düşkün olan-, ölçülülük erdemine sahip olan çiftçilerin ve tüccarların
mayasında ise bronz bulunur. Dolayısıyla ideal devleti ayakta tutacak olan
şey, her bireyin kendi mayasındaki erdeme göre hareket etmesidir ve adaletli
olan da budur.
Ayrıca demokrasi, liyakâte sebep olur:
Demokratik yöneticiler, kişisel çıkarlarını kamu yararlarının önüne geçirir.
Hem de yöneticiler çoğunlukla iktidar gücünü istismar eder.
Ayrıca
Peliponezya Savaşı'nda
demokratların aristokratlara yenilmesini de demokrasinin zayıflığına
bağlamıştır.
Gücün istismar edilmemesi için yöneticilerin
eğitimli, bilgeli ve erdemli olması gerektiğini söyler. Aynı zamanda
yöneticiler için özel mülkiyetin kaldırılması gerektiğini düşünür. Mal
edinemeyecek olan bir yönetici, bu sayede rüşvet de yiyemeyecek ve geçim derdi
de olmayacağı için yalnızca devlet işleriyle ilgilenebilecektir.
Platon ayrıca yönetici sınıfın evlilik
kurmasına karşı çıkar. Yönetici ve asker sınıfının periyodik olarak çiftleşip
dünyaya getirilen sağlıklı -sakat bebekler ölüme terk edilmeliydi- bebekler
devlet tarafından büyütülmeli ve ilerde kişilik özelliklerine göre yönetici
veya asker olmak üzere tekrar ayrılmalıydılar. Hiçbir ailesi veya akrabası
bulunmayan bu insanlar, adam kayırma yapamayacaklar ve herkese daha eşit
davranacaklardır.
Kadınlar o zamana dek erkek tarafından mal
gibi kullanıldığı ve kadınların hiçbir hakları olmadığı için, onlara cinsel
özgürlük verilmesi gerektiğini düşünür. Hem bireyler gönüllerince cinsellik
yaşayabileceği için, tutkulu aşklar da doğmayacaktır. Bu sayede tutkuyla bağlı
olacakları kurum kent devleti olacaktır.
Doğacak çocukların anne-babası ise tamamen
önemsizdir. Çünkü anne-babaları kent devleti olacaktır: Kent devletindeki tüm
yetişkinler, yine tüm çocuklara anne-babalık yapacaktır. Böylece kent devleti
dev bir aile gibi işleyecektir.
Çocuklara sanat öğretilmelidir fakat bu
sanatın içeriği, yalnızca erdemleri öğretici nitelikte olmalıdır. Ölçüsüzlük
veya tanrıları kötü göstermek gibi temalar yasaklanmalıdır.
Atina'ya 17 yaşında gelip Platon'un kurduğu
akademide eğitime başlayan Aristo, Atina'da 40 yıl yaşamasına rağmen Atina
vatandaşlığı elde edememiştir. Hayatı boyunca birbirinden çeşitli bilim
dallarında eğitim almıştır. Kendisinden sonraki pek çok akımı derinden
etkilemiştir. İslâm felsefesinde de Muâllim-î Evvel lâkabı verilmiştir.
Büyük İskender'e hocalık yapmıştır. Kendisi
kent devletini ideal devlet olarak görür fakat Büyük İskender imparatorluğu
ideal devlet olarak görmüştür.
Devlet
Anlayışı
Aristo'nun öngördüğü ideal devlet, bir
aristokratik zümre tarafından yönetilen, herkesin birbirini tanıdığı ve yüz
yüze ilişkilerin gelişmiş olduğu küçük bir kent devletidir. Bu devlet kendi
kendine yetebilmelidir.
Aristo'ya göre yöneten ile yönetilen arasındaki ilişki doğal olarak vardır
ve kaçınılmazdır. Köle-efendi,
karı-koca, çocuk-ebeveyn, evcil
hayvan-insan... Bun çiftler
birbirini tamamlamak için
yaratılmıştır. Çünkü birinin
diğeri üzerindeki yönetimi aslında her ikisinin de çıkarınadır. Örneğin inan evcil hayvanı besler ve korur. Hayvan da insanı mutlu eder.
Bundan hareketle Aristo, köleliği
savunmuştur.
Aristo, rızaya dayalı ve zorbalığa dayalı yönelim biçimlerinden rızaya dayalı olanı savunur. Rızanın gerçekleşmesi için yöntemle yönetilenler arasında
mutabakat olmalıdır. (Bu fikri anayasal hareketleri de etkilemiştir.) ancak yöneten kesimin özel olarak yetiştirilmiş elit bireylerden oluşmasını önerir.
Hocasından farklı olarak aile ve özel
mülkiyeti savunur. Bunları korumak da devletin görevidir. Ve rejim ne pahasına
olursa olsun korunmalıdır. Bunun için de önce vatandaşlar eğitilmelidir.
Böyleye eğitilen vatandaşlar devlete de sadık olurlar.
Etik ve siyaset
Aristo, etik ve siyaseti pratik bilimler
içerisinde saymıştır. Siyaset de tüm bilimler içerisinde en yüksek karar verici bir bilimdir.
Siyasetin amacı diğer tüm bilimlerin amacını kapsar. Bu amaç insan için iyi olana ulaşmaktır. Ayrıca siyaset kent
devleti için -dolayısıyla birey için de- en iyiyi amaçlar. Birey için en iyinin ne olduğunu amaçlayan etik de bu
yüzden siyasetin bir parçasıdır.
Bir başka ilke yaşamın en iyiye doğru yönelmiş olmasıdır. Erdemli/iyi yaşamın ne olduğu sorusu en iyi
nedir sorusunun cevabını vermekle mümkündür.
İyi olan
üç temel özelliğe sahiptir:
=Mutluluk
Burada
mutluluktan kasıt insanın kendi kendini gerçekleştirmesini, kendine yeterli olmasını, Kendi ayakları üzerinde durabilmeyi, kendi özgürlüğünü sağlamayı, kendi yaşamımız üzerinde söz sahibi olmayı, kendi kaderini belirleyebilmeyi ifade eder.
Hukuk ve
Adalet
Aristo hukukun üstünlüğüne çok önem verir.
İyi rejimleri 3 gruba ayırır: Monarşi,
aristokrasi ve polity. Bu rejimler yozlaşırsa monarşinin tiranlığa,
aristokrasinin oligarşiye, polity'nin de demokrasiye dönüşeceğini söyler.
Pisagor toplumu bir vücuda benzetir ve
organik toplum yapısını savunur. Bu konuda insan yapısının 3 ana parça
olduğunu belirtir: Akıl (bilgelik), ruh (cesaret) ve maddi ihtiyaçlardır.
Toplum da böyledir; akıllı kişiler toplumu idare etmeli, cesaretli kişiler
asker olmalı, toplumun maddi ihtiyaçlarını ise halk karşılamalıydı.
Toplumda adaletin gerçekleşmesi için, bu
sınıfların kendi arasında değil kendi içinde eşitliği olmalıdır. Yani
yöneticiler kendi arasında, askerler kendi arasında, halk da kendi arasında
eşittir.
Bu hiyerarşik eşitsizlik anlayışı,
reenkarnasyon inancında kendine dayanak bulur. Pisagor'a göre ruhlar bu
dünyada iyi eylemlerde bulunup erdemli olmak için çabalarsa sonraki hayatında
bir üst sınıfa uygun karakterli ve yetenekli bir şekilde doğacaktır. Eğer kötü
eylemlerde bulunduysa daha aşağı bir sınıfa uygun olarak, hatta bitki ve
hayvanlar aleminde doğacaktır. Pisagor bu yüzden insanlara aşırılıktan kaçınıp
ölçülü olmayı öğütler.
Evrende ve doğada değişmez bir düzenin bulunmadığını, evrende değişmeyen tek şeyin değişme hâlinin
kendisi olduğunu söyler.
Heraklitos, aristokratik düşünceyi desteklemiştir. Buna göre,
değişmezliği sağlayan içkin birlik evrende egemen olan yasadır, düzendir,
sözdür. Yani genel uyumu sağlayan evrensel akıldır: Logos.
Dolayısıyla evrene düzen veren şey logos olduğuna göre, polislerde
ve toplumda düzeni sağlayan yasalar da logostan
kaynaklanır.
Aristokratların toplumdaki egemen konumlarını
soy, katılım bağıyla açıklayan mitolojik düşünceye
karşılık Heraklitos bu egemenliği onların akıl üstünlüğüne, bilgeliğine, logosa sahip olma
yetilerine bağlar.
HELEN DÜŞÜNCESİ
M.Ö. 330'lu yıllarda Yunan kentleri tek tek
Makedonya Kralı III. Aleksandros tarafından ele geçirildi. Bu tarihten
itibaren Yunanistan üzerinde Helenizm etkisi başladı. Yunanlıların üstün ırk
olduğu, yabancı ve kölelerin ise düşük insan olduğu anlayışı, yerini tüm insanların eşit olduğu bir anlayışa
bırakmaya başladı. Bu dönemde ortaya çıkan Stoa Okulu da devletin bireyden
üstün olmadığını, en üstün şeyin akıl -Logos- olduğunu ve kim olursa olsun,
akla uygun davranan herkesin mutlu olabileceğini söyler.
Yıllar ilerledikçe kent devletleri kendi
kendine yetemez hâle gelmiştir. Bunun üzerine ekonomi gittikçe gelişmiş,
kentler arası işbirliği ister istemez artmıştır. Bunula birlikte, Persler
başta olmak üzere dış tehditlere karşı ittifak oluşturma eğilimi de kentleri
gittikçe birleştirmeye başlamıştır.
Yunanistan'ın M.Ö. 27'de Roma Cumhuriyeti'ne
bağlanmasından sonra Antik Yunan devri kapanmıştır. Devlet ve kent merkezli
vatandaşlık anlayışı da yerini bireyciliğe, dünya vatandaşlığına (cosmopolite)
bırakmaya başlamıştır.
Sokrates'in öğrencisi olan Antisten, insanın
kendi kendisine yetmesini savunan felsefi bir okul kurdu. Diyojen de bu okula
katıldı. Bu okula katılanların çoğunluğunu Antik Yunan'da ikinci sınıf
konumunda bulunan, fakir insanlar oluşturdu. Her insanı potansiyel bir bilge
olarak gördüler. Medeniyetin sağladığı imkânlar olmadan da yaşanabileceğini
halk ve zengin kesime göstermek için çalıştılar. Şöhret lüks, soyluluk gibi
değerlerin önemsiz olduğunu, mütevazi ve tasarruflu bir hayatın yaşanması
gerektiğini savundular. O kadar ki Diyojen sokaklarda çıplak ayakla yürür, mal
mülk edinmezdi. Hatta bir fıçı içinde, sokak hayvanlarıyla birlikte
yaşamıştır. (Halk da onlara kinik = köpeksi ismini verdi)
Kiniklere göre bilge insan, devletin
sınırları içine sığmayan, tüm dünyaya adapte olan kişidir. Aynı zamanda tek
bir kültüre, millete, lisana hapsolmuş değil tüm dünya birikimlerine sahip
olmaya çalışmak erdemliliktir. Bu bakımdan bireyin belli bir ülkesi, şehri
olmamalıdır. Ayrıca tüm insanlar eşittir; köle ile efendi, Helen uyruklular
ile yabancı uyruklular, zengin ile fakir... Bunlar arasında hiçbir üstünlük
yoktur.
Bu düşünceleriyle kinikler, kent devletine
bağlı yaşamakla erdemli olunacağını değil, onun sınırlarını aşarak özgür
olunca erdemli olunacağını savunmuşlardır.
Ekipür tarafından geliştirilmiştir. Ona göre
insan, tabiatı itibarıyla acıdan, üzüntüden, kaygıdan kaçıp neşe ve haz
peşinde koşar. Bu yüzden bireyin temel amacı da mutluluk ve hazza ulaşmaktır.
Fakat bu mutluluk ve haz materyalist özellikler taşır; maddi hazlar önemlidir.
İnsan, dinsel kaygı ve sınırlamalardan,
korkulardan uzak durmalıdır. Çünkü insanlar, sebebini açıklayamadıkları doğa
olaylarını din ile açıklarlar. Örneğin fırtınalar veya depremler, tanrıların
öfkesiyle açıklanmaktadır. Bu durum da insanı korkutur ve kısıtlar.
Dolayısıyla Epükürcülerde doğayı kavramak ve doğa yasaları ortaya çıkartmak
çok önemlidir. Doğa kavranınca, korkulardan uzaklaşılacak ve mutlu
olunacaktır.
Doğa araştırmalarına başlayan Epikür'e göre
evren boşluk ve atomlardan oluşur. Ve bu atomlar boşluk içinde sürekli bir
devinim hâlindedir. Ayrıca doğadaki değişimlerin sebebi, atomların yok olup
yeni atomların ortaya çıkması değil, mevcut atomların kendi aralarında
gerçekleştirdiği geçişler sonucu oluşan kombinasyonlardır.
Episteme ve
Din
Demokritos ve Leukippos, atomların, bir
engelle karşılaşmadıkları sürece
dümdüz akıp gittiğini düşünürdü. Fakat Epikür, onlardan farklı olarak atomların sürekli olarak farklı farklı yönlere hareket ettiğini söyler.
Ve buna bağlı olarak da kaderi açıklar: “Bazı olaylar tanrının belirlediği değişmez yazgıyla, bazıları kontrol
dışı gerçekleşen rastlantılarla, bazıları da bizim irademizle gerçekleşir.” Böylece insanların özgür istence sahip
oluşu, doğa felsefesiyle temellendirilir.
Epikür, bilgi konusunda duyumcudur. Yani, bilginin ancak duyular ile elde
edilebileceğini düşünür. Bununla
birlikte, duyulardan elde edilen bilginin ispata ihtiyacı olabileceğini de söyler.
Bilgi konusunu dinle ilişkilendirerek
açıklayan Epikür, materyalist bir
birey olduğu için efsanelere, dinî mucizelere ve doğa olaylarının olağanüstü sebeplerle açıklanmasına karşı çıkar.
İnsanın, erdemli ve dingin bir hayata
ulaşabilmesi için korkularından
arınması gerektiğini, bu yüzden
de korkutucu ve asılsız bilgiden (dinden) kaçınıp, sarsılmaz olan hakiki bilgiye (materyalizme) erişmek gerektiğini
söyler.
Ölümden
sonraki hayatı ve ilâhî yargılanmayı reddeder. Ruhun
da tıpkı beden gibi ölümlü olduğunu düşünür. “Ölüm bizim için
hiçbir şeydir, bu fikre alış.” der Epikür. Zira acılar ve
hazlar ancak duyular ile algılanabilir. Öldüğümüzde ise duyularımız da yok
olacağı için acı ve hazları algılayamayız. Bu nedenle ölümden kaygılanmak
gereksizdir diye düşünür.
Ona göre Septikler de din kaynaklı bilgiyi reddeder ama diğer yandan duyularla
elde edilen bilgiye de şüpheyle
yaklaşır; fakat bu duyuları sorgulamanın doğurduğu şüphecilik insanı tümden korkuya, güvensizliğe ve kararsızlığa götürür. Dolayısıyla septiklerin yöntemi, bireyi erdemli ve dingin hayata
ulaştıramaz.
Duyulara önem veren Epikür, episteme
konusunda akla da önem verir. Ona
göre duyuların bilgisi her zaman doğru olmayabileceği için, doğru bilgi ile yanlış bilgiyi ancak akıl
ayırt edebilir. Dolayısıyla ona göre bilgi önce duyularımızla
algılanmalı, ardından da akıl süzgecimizden geçmelidir.
Mutluluk ve
İyi
Epikür, hedonizmi andıran bir biçimde, mutluluğun ve iyiliğin ölçütü olarak haz ile acı kavramlarını temel alır. Fakat bu
kavramları Hedonistler ‘zevk,
eğlence ve neşeye ulaşma’ hedefini açıklamakta
kullanırken Epikürcüler bunu ‘beden sağlığı ile ruhsal dinginliğe
ulaşmak’ hedefini açıklamakta kullanır.
Haz, basitçe acı veren şeylerden kaçıp
dinginliğe ulaşmak anlamına gelir. Acı ise biyolojik açıdan açlık, susuzluk, üşümek, hastalanmak gibi durumlardır; manevî açıdan ise ruhsal gerginlikler,
depresyon, korku, endişe, kaygı hâlinde bulunmak anlamına gelir.
Epikür, arzuları üçe ayırır:
Devlet
İnsan doğası gereği bencildir Epikür'e göre.
Ve bir insanın bencilliği ancak bir başka insanın bencilliği ile
dengelenebilir. Bu bakımdan bencil olmak, başkalarını dert etmemek bir yaşam
biçimi hâline getirilmelidir. Fakat bu dengeyi ancak devlet koruyabilir. Bu
anlayışa göre bireylerin bencilliği, diğer insanlara zarar verici bir nitelik
kazanmasın diye devlet var olmalıdır. Yalnızca bu koruma vazifesini yerine
getirmeli, başka bir iş yapmamalıdır.
Epikür,
siyasal yaşama katılan bireylerin ruhsal dinginlikten uzak bir hayata mahkûm olacağını, dolayısıyla asla tam anlamıyla
mutlu olamayacağını düşünür.
Epikür'ün devletten en büyük beklentisi, bireylerin güven içinde yaşanmasının garanti altına alınmasıdır.
Dostluk
Epikür'e göre erdemli bir yaşam için
gerekenler bir diğeri de dostluktur. Esasen toplumun genelinden uzak
yaşanılmalıdır ancak bunun yanıda kişisel dostluklar da kurulmalıdır. Ona göre bilge kişi, dostu için her türlü riski ve acıyı göze
alabilmelidir.
Fakat bu dostluk anlayışı bir tür elitist bilgeler topluluğuna dayanır. Yani
yalnızca gerçekten bilge ve
erdemli olan bireylerin, böyle
sağlam dostluklar kurabileceğine inanılır.
Kıbrıslı Zenon tarafından kurulmuştur. Diğer
akımlar içinde insanı en fazla yücelten akım stoacılıktır.
Din
Stoacılar,
o dönemde yaygın olan politeist
anlayışa karşın tek tanrı inancını yaygınlaştırmışlardır. Onlara göre birden çok sanılan tanrıların hepsi aslında tek bir tanrıydı. Bu tanrılar
aslında aynı tanrının farklı özelliklerinin yansımasından ibaretti. Örneğin Zeus, bu tek tanrının yaratıcılığını; Hera sevgisini, Ares
savaşçılığını yansıtıyordu.
Stoacılar tüm evrenin kutsal bir otorite
tarafından yönetildiğini düşünür. Ve bu otorite bir külli iradeye sahiptir. Bu
iradesini de insanlara yüklemiştir. Bu yüzden tüm canlılar normal iken, bir
akla sahip olan insan, tanrısal bir yaratıktır. Hayvanlar, içgüdüleri ile
hayatta kalmaya çalışırken insanlar, akılları sayesinde kendini
gerçekleştirmeye ve geliştirmeye çalışır. Yine insan, aklı sayesinde doğru
yanlışı ayırt eder.
Evreni yöneten iradenin tüm insanlara aynı
aklı verdiği düşünülür. Bu yüzden de tüm insanlar eşittir. Stoacılar, bu
yüzden köleliğe karşı çıkar.
Stoaclılara
göre tüm evren tek bir akla göre
işlemektedir. Dolayısıyla bu akıldan kaynaklanan evrensel bir hukuk vardır ve
bu hukuk her yerde aynı şekilde işlemektedir. Bu hukuka 'doğal hukuk'
demişlerdir.
Buradan hareketle Stoacılar, yerel hukukun ve
vatandaşlığın yanında bir de dünya vatandaşlığı anlayışını getirdiler. Çünkü insanlar doğaları gereği
aynı oldukları ve aynı akılla yönetildikleri için, aynı
devletle de yönetilebilirlerdi.
Yorumlar
Yorum Gönder